30 Nisan 2008 Çarşamba

İBRAHİM SARAÇOĞLU;DEPRESYON VE MİGREN İÇİN BİBERİYE VE BEYAZ ÜZÜMBİREBİR

Profosör.Dr.İbrahim Saraçoğlu Seda Sayan'ın programında yaptığı açıklamada;En güçlü antioksidanlardan bir tanesi taze beyaz üzümdür.Biberiyede çok güçlü bir antioksidandır.Migrene karşı,çocuklarınıza bunun gargarasını yaptırırsanız bademcik ve boğaz enfeksiyonlarına karşı mükemmel bir önleyicidir.Akşam yatarken yapılan gargara(çocuklar için özellikle) birde sabahları okula gönderirken göreceksiniz ki nasıl çocuklarınız faranjite ve bademcik enfeksiyonlarına direnç kazanmış olacaklar.
sedef hastaları bir çoğu aşırı kaşıntıdan şikayet eder,buna siyah kuru üzüm(iri çekirdekli) eğer şeker hastası değilseniz siyah üzümün çekirdeğini havanda ezeceksinizve de bunu yiyeceksiniz bütün kaşıntınızı alacaktır.

PROF.DR.İBRAHİM SARAÇOĞLU EBEGÜMECİNİN FAYDALARINI AÇIKLIYOR

Prof.Dr İbrahim Saraçoğlu ülkemiz bulunmaz bir bitki cenneti diyor.Ama ne yazıkki bizler bunun farkında değiliz. Elimizdeki servetin değerin bilmiyoruz
EBEGÜMECİDE BU BİTKİLERDEN SADECE BİRİSİ
Ülkemizde 8 ebegümeci türü yetişmektedir. Bunlardan en önemlisi, Büyük ebegümeci (M. sylvestris) türüdür. 20-30 cm. arasında boylanabilen bu türün yaprakları yuvarlağımsı biçimli, kenarları dişli, uzun saplı, tüylü, almaşık dizili, 3-7 parçalı ve palmiye gibi damarlıdır. Yaz boyu ve sonbahar başlarında açan pembe renkli, eflatuni çizgili çiçekleri, yaprakların koltuklarından çıkar. Meyveleri 10 parçaya bölünen, olgunlaştığında açılmayan kuru tohumlar halindedir. Bitki, döktüğü tohumlarıyla çoğalır.
Ebegümecinin yapraklan büyük oranda yapışkan bitki sıvısı; ayrıca glikoz, pektin, yağ esansları ile az miktarda tanen içerir. Yaprak ve sapları hafif kokulu ve yavan lezzetlidir. Bazı yerlerde sebze olarak yenilir.
Tibbi Etkileri ve Kullanımı Tıbbi yararları hatmi ya da gülhatmininkine çok benzeyen ebegümecinin, bu etkileri ve onlardan yararlanma yöntemleri şöylece sıralanabilir:
• Gastrit ve mide ülserlerinde iyileştiricidir.
• Üst solunum yollan nezlesi ile bronşitte göğsü yumuşatıcı; balgam söktürücü ve öksürüğü kesicidir.
Bu gibi durumlarda kullanılmak üzere, yaz boyunca ve sonbahar başlarında, bitki çiçekli olduğu sürece, yaprak ve çiçekleri toplanıp gölge ve havadar yerde kurutulur. 2 tatlı kaşığı kurumuş yaprak ve çiçek karışımı üzerine 1 bardak kaynar su dökülerek 10-15 dakika demlendirilip infüzyon hazırlanır. Bu infüzyondan günde üç kez birer bardak içilir.
• Ebegümeci ayrıca ciltteki çıban, yara ve küçük yanıklarda iyileştirici etki yapar.
Bunun için, bitkinin taze yaprak ve çiçekler ezilerek hazırlanan yara lapası, bir tülbentin içine konularak, şikâyet edilen yere kompre şeklinde uygulanır.

Faydaları :
*Göğsü yumuşatır, öksürüğü keser.
*Mide ve bağırsakların muntazam çalışmasını sağlar.
*Kabızlığı giderir.
*Mide bulantısı ve kusmaları önler.
*Ateşi düşürüp, vücuda rahatlık verir.
*Boğaz ve bademcik iltihaplarını giderir.
*Nezle, bronşit, nefes darlığı tedavisinde kullanılır.
*Lapası çıbanların olgunlaşmasını sağlar.
*Burun kanamasını durdurur.
*Dişeti hastalıklarını tedavi eder.
*Mide ağrısını keser.
*Burun tıkanıklığını giderir.

UYARI:Hamile kalmak isteyenler yada hamile olanlar kesinlikle ebegümeci yememelidir

Kaynak:seda sayan

MISIRIN FAYDALARI

Prof.dr İbrahim Saraçoğlu bol bol mısır tüketin mısır çok faydalı diyor
*Mısır taneleri doymamış yağ asitleri, nişasta ve A vitamini açısından zengindir.
*Doymamış yağ, kandaki kolesterol düzeyinin kontrol edilmesine yardımcı olduğu için kalp ve damar sağlığına faydalıdır
*A vitamini ise gözler, kemikler, diş ve böbrekler için gerekli bir vitamindir.
*Sağlık sektöründe ise mısır nişastası, ilaç yapımı ve C vitamini üretiminde kullanılır.
*Cildi güzelleştirir ve sıkılaştırır.
*Ayırca mısır püskülüde çok faydalıdır idrar söktürücü,ve zayıflamayı kolaylaştırıcıdır
kaynak:seda sayan

29 Nisan 2008 Salı

HAMİLE KALMAYI DESTEKLEYİCİ KÜR

Annelik çok yüce çok güzel bir duygudur.Anne olunca anlarsın der genelde büyüklerimiz.Ama ne yazıkki bazı bayanların hamile kalmaları için bitakım tedavilere gerek duyuluyor işte bu tedavilere ek olarak
Hamilelik Kürü
*10 gr pelin
*5gr narçiceği
*5gr mazı
*2,5gr sağan tohumu
*2,5gr kilermeni toz haline getirilir balla macun yapılır. Her gün yutulur 2 leblebi büyüklüğünde yutulur
KAYNAK:nettenalıntıdır

SELENYUM NE İŞE YARAR?

Selenyum antioksidan olarak E vitamini ile birlikte hücrelerinizi oksidasyona karşı koruyarak, kanser, kalp hastalıkları ve diğer sağlık sorunlarının önlenmesinde yardımcıdır.
Hayatta kalmak için oksijene ihtiyaç duyar, nefes alırken oksijen soluruz ama oksijen vücut için aynı zamanda riskli bir maddedir, çünkü molekülleri aşırı reaktif hale getirebilir. Oksijen içeren moleküller aşırı reaktif hale gelince de etraflarındaki hücre yapılarına zarar vermeye başlayabilirler. Kimyada oksijenle ilgili bu dengesiz duruma “oksidatif stres” adı verilir.
Selenyum oksijen moleküllerinin aşırı reaktif hale gelmesini engelleyen bir grup besinle birlikte çalışarak oksidatif stresi önlemeye yardımcı olur. Oksidatif stres kan damarı hasarının kaynağı olarak gösterildiği gibi birçok kalp hastalığı durumunda da düşük selenyum tüketiminin hastalığa katkısı olan bir faktör olduğu belirlenmiştir. Benzer şekilde oksidatif stresin eklemlerin içine ve etrafına zarar verdiği romatoid artirit hastalığında da beslenmede selenyum eksikliği, hastalığa katkısı olan sebeplerden biridir.
Ayrıca iyota ek olarak selenyum da tiroit bezinin düzgün şekilde çalışması için önemli bir mineraldir. Tiroidin en aktif şekilde hormon üretebilmesi için selenyum sadece gerekli olmakla kalmaz, üretilen hormon miktarını düzenlemeye de yardımcı olur. Busnlara ek olarak selenyum, kanser önleyicidir. Zarar görmüş hücrelerde DNA onarımı ve sentezini eyleme geçirir, kanser hücrelerinin çoğalmasını engeller.
Selenyumdan zengin besinler
Özetle selenyum antioksidan olarak E vitamini ile birlikte hücrelerinizi oksidasyona karşı koruyarak, kanser, kalp hastalıkları ve diğer sağlık sorunlarının önlenmesinde yardımcıdır. Hücre çoğalmasına yardım eder. Göz, kalp, karaciğer, saç ve tırnak sağlığımız için önemli bir elementtir.
Selenyumdan zengin yiyeceklerin yararları;
Hücreleri serbest radikal zararından korur. Serbest radikaller oksijen metabolizmasının doğal yan ürünleri olup, kanser ve kalp rahatsızlıklarının ilerlemesine katkıda bulunabilir. Tiroit hormonu üretimini kolaylaştırır. Selenyum eksikliği iyot eksikliğinin etkisini artırabilir. İyot, tiroit hormonunun sentezi için temel bir bileşendir.
Eklem iltihabını düşürmeye yardımcıdır.
Bitkisel besinler, dünya genelinde birçok ülkede selenyumun başlıca kaynaklarıdır. Gıda içindeki selenyum miktarı, bitkilerin geliştirildiği, hayvanların yetiştirildiği toprağın selenyum miktarına bağlıdır. Avrupa’da toprak selenyum bakımından fakirdir. Selenyum seviyesi en düşük yerler İspanya, Yunanistan ve Doğu Avrupa’dadır. Bu sebeple deniz ürünleri ve hayvan etleri daha iyi kaynaktır, yağlı tohumlar da önemlidir.
Ton balığı, pisi balığı, karides, dana karaciğeri, somon, ceviz, ay çekirdeği, hindi ve dana eti ile tam tahıllar selenyum kaynağı besinlerdendir. Sebze ve meyvelerde çok fazla bulunmaz.
Tavsiye edilen günlük miktar
Selenyum, yüksek dozda zehirli olabilir. Günlük ihtiyaç 50-70, tedavi dozları ise günlük 100 - 200 mikrogram olarak bildirilmektedir. Aşılmaması gereken doz ise günlük 200 mikrogramdır. Tablet olarak C, E ve A vitaminleriyle alınabilir. Ayrıca B vitaminleri emilimini artırıcı özelliğe sahiptirler.
Selenyuma ihtiyaç olduğunun işaretleri
Kaslarda zayıflık veya ağrı.Saç veya ciltte renk solma/renk kaybı.Tırnak yataklarında beyazlaşma.
Aşırı folat B12 eksikliğini kötüleştiriyor
Tufts Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, B12 vitamini eksikliğinin çok fazla folat tarafından şiddetlendiriliyor olabileceğini öne sürüyor. Çalışmada hem B12 vitamini eksikliği hem de kanında yüksek folat seviyeleri bulunan bireylerde homosistein ve metilmalonik asit seviyelerinin çok daha yüksek olduğu bulundu. Hatırlatmak gerekir ki yeterli ve dengeli beslenmede her besin öğesini uygun miktarda tüketmek önemlidir.

PROF.DR.İBRAHİM SARAÇOĞLUNDAN KANSER HAKKINDA BİLGİLER

Dr.İbrahim Saraçoğlu Kanser hastaları için yaptığı açıklamada şu konulara değindi;

Isırgan hakkında;Radyoterapi yada Kepoterapi alan hastalar pansitopeniye düşerler. Pansitopeni nedir?Pansitopeni  anemi yani kansızlıktır!Erikrositler düşüyor,lökositler düşüyor trombositte düşüyor ve bağışıklık sistemi böylece zayıflıyor.  Platelet'te denir buna… kan hücresidir.Isırganı kullandığınız zaman  trombositleri daha çok düşürmeye başlıyor,dolayısıyla iç kanamalara sebebiyet veriyor.bu nedenle ısırgandan uzak durulması  gerekir.
Radyoterapi ve kemateropi yaptırmayanlarda mı bunu yaptırması lazım?
Radyoterapi ve kemoterapi  yaptırmamış olanlar var ise  her kanser türündede ısırganı kullanmak doğru değildir…Her kanser türüne aynı bitkiyi uygulayamazsınız
Örneğin yine radyoterapi alacak olanlar halk arasında çok iyi bilinen ve Karadeniz yöresinde
yetişen muhteşem bir bitki olan sarı kantaron veya buna kantaron bitkisi de deniyor deri kanseri olanların bunları kesinlikle kullanmaması lazım çünkü ışığa karşı hassasiyeti 2 misli arttırıyor.
Radyoterapi alanlar mesela hekim onkolog diyoki; sen iki grey günde ışın alacaksın bu arada sarı kantaron bitkisini alıyorsa  hekimi yanıltıyorsunuz o dört greye çıkıyor.

28 Nisan 2008 Pazartesi

DOÇ.DR ÖZGEN DOĞAN'DAN AKDENİZ DİYETİ

Ünlü Türk kardiyoloğu Doç. Dr. Özgen Doğan kalp sağlığı ve düşük kolestrol için akdeniz diyetini öneriyor. Özgen Doğan'a göre kalp sağlığını korumak ve sağlıklı bir yaşam için zeytinyağı, balık, fındık, üzüm ve keten tohumu sofrada bulunmalı.

AKDENİZ-TÜRK MUTFAĞI
Et, balık, mayonez, yumurta, sucuk ve peynir yüksek proteinli gıdalardır. Yüksek protein ve düşük karbonhidrat karışımı ile kısa vadede çabuk kilo vermek olası. Atkins ancak başlangıç diyeti olabilir ama uzun dönemde kolesterolünüzü artırabilir. Bu diyeti birkaç ay uyguladıktan sonra egzersiz ve düşük kalorili başka bir diyete geçmekte fayda var.Kalp sağlığı açısından en yararlı diyet hangisi?


Akdeniz mutfağına dayalı Türk diyetini öneriyorum. Bu diyet taze sebze, meyve, sarımsak, zeytinyağı, fındık, çay, fıstık, pekmez ve balık ağırlıklı. Kısa dönemde (2-3 hafta) kilo kaybetmek için yüksek proteinli diyetler kullanılabilir. Ardından Akdeniz-Türk diyetine dönmekte yarar var. Uzakdoğu'nun soya sütü, sushi buna eklenebilir. Bu kötü kolesterolü (LDL), yüzde 10 düşürür. Yeşil veya normal çay sertleşmiş kalp damarlarından hormon salgılanmasını artırarak damarları genişletir. Özellikle somon balığı omega-3 yağ asidi ile kalbinizi korur. Kalorinin yüzde 60'ı rafine olmamış kepekli ekmekten gelebilir. Ben hastalarıma özellikle sarmısaklı zeytinyağına batırılmış kepekli ekmeği tavsiye ediyorum. Aslında yapılması gerekenler çok basit; kalori miktarını azaltmak, sebze meyve yemek, şeker ve doymuş yağdan uzak durmak, işlenmiş dondurulmuş yemeklerden kaçmak...
Kaynak:sabah.com

PROF.DR. ERKAN TOPUZ KANSERE KARŞI NELER YAPILACAĞINI AÇIKLIYOR

Prof.Dr Erkan Topuz kansere karşı ölümsüzlük mantarını anlatıyor
MANTARLARIN KRALI Mantarın şapkası ve sapından elde edilir.Mantarların kralı veya dans eden mantar olarak adlandırılır.Asya ,Avrupa ve Kuzey Amerika’da ılıman bölge ormanlarında yetişir.Günümüze kadar yapılan araştırmalarda,maitake mantarının özellikle T hücrelerini,makrofajları harekete geçirerek vücudun doğal bağışıklığını öne çıkarabilmektedir.
*Maitekenin fraksiyonları akciğer,kolon,karaciğer ,prostat,beyin tümörlerinde büyümeyi yavaşlatan bir potansiyel olarak görülüyor.
*Diabet,kolesterol,hipertansiyon,immun sistem uyarıcısı olarak ve kilo kaybına karşı kullanımı önerilmektedir.
*Kanserden korunmada,kanser tedavisinde destek olarak ve kanser kemoterapisinin yan etkilerini azaltmada kullanılabilir.internetten maitake mantarını search edin daha bir sürü yararı var.90lık kapsülünü yapmıslar eczanelerde satıyolar,ineternette arama motorlarında maitake diye arattıırıp diger ozelliklerie bakın
ÖLÜMSÜZLÜK MANTARI Japonya'da Japon Sağlık Bakanlığı'nın kanserin tek bitkisel ilacı olarak kabul ettiği "Tanrının Bitkisi" Çinde gençlik pınarının, uzun yaşamın kaynağı olarak kabul edilen "Ölümsüzlük Mantarı” Anti-aging, antioksidan, anti-allerjik, anti-hipertansif, anti-diyabetik özellikleri vardır. Bağışıklılık sistemi güçlendiricisidir. Karaciğer koruyucusu ve sinir toniği olarak kullanımları vardır. Linghzi kelimesi Çince'de manevi gücün bitkisi anlamına gelmekle birlikte ölümsüzlük mantarı olarak ün yapmıştır.Latince adı Ganoderma lucidum olan mantar Japonya'da Reishi olarak bilinir.İnsan sağlığına olan sayısız faydalarından ve bugüne kadar herhangi bir yan etkisi görülmediğinden, Doğu'da şifalı bitkiler arasında ün yapmıştır. Linghzi'yi bu kadar ünlü yapan uzun yaşamın sırrını vaat etmesi ve anti-kanser özelliğidir.Astımlı bireylerde öksürük ve diğer solunum şikayetlerinde, bronşitin önlenmesinde,kardiyovasküler tedavide, yüksek trigliserit ve kan basıncı tedavisinde, karaciğer hastalıklarının tedavisinde, alerjilerde, HIV tedavisinde, radyoterapi ve kemoterapinin yan etkisinin azaltılması ya da elimine edilmesinde faydalıdır.
Kullanım Önerisi : Günde 2 defa 1’er kapsül, yemeklerden sonra.eczanlerde satıyorlar‘
LENTİNAN İÇERİĞİ SAYESİNDE KANSER DÜŞMANI' Asyada ormanlarda büyüyen veya kültürde yetişebilen, yemekleri yapılabilen bir mantar türüdür.Mantar içinde bulunan lentinon sayesinde bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek kanser ve AİDS'in yayılımını interferon oluşturarak engellediğinden, kullanımı tavsiye edilir. Shiitakenin içerdiği lentininin kanser tedavisinde yan etkileri azalttığı ileri sürülür.Yüksek kolesterolde, bağışıklık sistem uyarıcısı olarak ve enfeksiyonlarda destek tedavidir. Kanserden korunmada, kanser tedavisinde ve kanser kemoterapisinin yan etkilerini azaltmada beslenme desteği olarak etkili olabilecek bir üründür.Yayımlanan makalelerde özellikle mide kanserinde,kolon kanserinde ve prostat kanserinde lentininin, sağkalım ve bağışıklığa önemli katkıları olduğu gösterilmiştir. Kullanım Önerisi: Günde 2 defa 1'er kapsül, yemeklerden sonra.Yeni Bir Bitkisel Keşif Daha ,boswellia Serrata Yani Akgünlük Ağaci.zayiflamak Için Süper Bir Doğal Yöntem Kesfettim.vücüttaki ödemi 3 Gün Icinde Sifira Indiriyor.sonrada Yaglari Yakiyor.sanirim Eczanelerde Bir Amerikadan Firmasi Tarafinda Ithal Edilmis.bitkinin Latince Adi "boswellia Serrata" Firmanin Adini
KAYNAK:netten

27 Nisan 2008 Pazar

BİTKİLERLE SAĞLIK MUCİZESİ

Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu’nun “Bitkilerdeki Sağlık Mucizesi” adlı kitabında, hemen hemen her gün mutfağınızda kullandığınız sebzelerin şimdiye kadar hiç bilmediğiniz şifa veren yönlerini tanıyacaksınız.
19 Mart 2004 — Boyut Yayın Grubu tarafından yayımlanan kitapta, bütün bunların dışında tanıdığınız veya adını duyduğunuz bir çok şifalı bitkinin yepyeni yönlerini de tanıyacaksınız.
Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu’nun “Bitkilerdeki Sağlık Mucizesi” isimli kitabı, mutfaklarımızdaki bitkilerin şifa veren yönlerini açıklıyor.
Maydanoz, adaçayı, ebegümeci, papatya, karabaş otu, beyaz lahana, brokoli, karnabahar, patates, ısırgan otu, havuç, ıspanak gibi mutfağımızın vazgeçilmezleri olan sebzelerin faydalarını öğrenecek, bu bitkiler sayesinde nasıl daha sağlıklı olunabileceğinin sırlarını keşfedeceksiniz.
Günümüz hayat şartlarında insan, fazlasıyla stres yaşıyor. Teknoloji ve hayat standartları geliştikçe insanlar daha çok hazır yiyecekleri tercih eder oluyorlar. Doğal besinler bir bir kenara itilmeye devam ediyor. Dondurulmuş ve paketlenmiş besinler dolaplarımızı işgal etmeye başladılar bile. Tatlıları, börekleri, sebzeleri neredeyse pişirilmiş haliyle satın almak hızlı yaşamın bir parçası haline geldi.
Bu kitap hastalandıktan sonra nasıl iyileşilebileceğinin yollarını aramak yerine hastalanmayı önlemek üzere hazırlandı. Kitapta okuyup dönem dönem yapacağınız sebze ve bitki kürleri, birçok hastalığa meydan vermeyecek ve henüz ortaya çıkmamış rahatsızlıkları da önleyecek.
Modern tıbbın gücü ve vazgeçilmezliğine yüzde yüz inanılması gerektiğinin yanı sıra, bitkilerin şifa verici gücü olduğu gözardı edilmemeli. Buzdolabınızda sıradan bir sebze olarak sakladığınız yiyeceklerin faydalarını öğrenecek, sağlıklı bir yaşam için ilk ve faydalı bir adım atmış olacaksınız.


Kaynak:www.ntvmsnbc.com

HANGİ MEYVE NEYE FAYDALI?

Bir kere vücudumuzun başlıca düşmanı olan kolesterol hiçbir meyvede yoktur!
* Meyveler doğal şeker içerir, ne kadar çok meyve tüketirsek beynimizdeki sinir hücreleri de o kadar gelişir, meyve yemek hafızamızı canlandırır!
* Meyveler mükemmel lif kaynağıdır!
* Meyveler vitamin ve mineral açısından çok zengindir!
* Az kalorilidirler ve kilo aldırmazlar! (Ancak rejim sırasında kalorisi nispeten yüksek olan incir, muz ve üzümden uzak durun)
* Bol miktarda antioksidan içerirler!
* Meyveleri aç karnına yemek sindirimi kolaylaştırır!
KİRAZ
Güçlü bir ağrı kesicidir, 20 kirazda 12-25 miligram arası antosiyanin maddesi bulunduğu ve bu maddenin ağrı kesici etkisinin Aspirinden on kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir,
* Kolesterolü ve kan şekerini düşürür,
* Kirazlarda bulunan flavanoidler vücuttaki zehri temizler,antioksidan etki yapar,
* Kabızlık gidericidir,
* Nikotinin vücuttan atılmasına yardımcı olur,
* Böbreklerin taş ve kum yapmasını önler ve varsa zamanla döker,
* Safra kesesi taşının dökülmesine de yardımcı olur,
* Yüzde oluşan sivilcelerin giderilmesini sağlamaktadır;
(100 gr. kiraz=70 kalori)
ÜZÜM
* Böbreklerin çalışmasını uyarıp kalp atışını düzenler,
* Karaciğeri temizler,
* Siyah üzüm, kabukları ve çekirdekleriyle yenirse hücre yenileyicidir,
* Sindirimi kolaylaştırır, kansızlığı giderir,
* Bebeklerin gelişimi için çok faydalıdır
* Ancak kalorisi yüksek olan üzümün bir günde 15-20 adetten fazla tüketilmemesi gerektiğini de unutmayın;
(100 gr. üzüm=65 kalori)
ŞEFTALİ
* Kalp rahatsızlıklarına ve kansere karşı korur,
* Sindirim sistemini çalıştırır, hazmı kolaylaştırır,
* Böbreklerin ve safra kesesinin düzenli çalışmasını sağlar,
* İdrar sökücüdür;
(1 adet orta şeftali=42 kalori)
KAYISI
Kan yapıcıdır, kansızlığa iyi gelir,
* Güzel bir cilt ve saç için olumlu etkileri vardır,
* Özellikle akciğer kanserinin önlenmesinde yardım eder,
* Kalp hastalıklarının ve kataraktın önlenmesinde yardımcıdır,
* Kemik erimesinin önlenmesine faydalıdır,
* Sinirleri gevşetip uyku verir
* Kabızlık çeken ve sindirim sisteminde sorun yaşayanlar için faydalıdır,
* Sabahları aç karnına yenilen kuru kayısı sindirim açısından faydalı olmanın yanı sıra cilde de canlılık katar;
(1 adet kayısı=15 kalori)
İNCİR
* Bağırsakları çalıştırır,
* Enerji verir,
* Cinsel güce yardımcıdır,
* Yüksek kan basıncını düşürür,
* Kemik yoğunluğunu arttırır;
(1 adet orta incir=37 kalori)
ANANAS
* Bakteri ve parazitlerle savaşmaya yarar,
* Sindirimi kolaylaştırır,
* İltihaplanma riskini azaltmada ve yaraların hızla iyileşmesini sağlamada etkilidir;
(1 kalın dilim ananas=43 kalori)
ELMA
* Kanı ve böbrekleri temizler,
* Cilde parlaklık ve güzellik verir,
* Soğuk algınlığı ve öksürüğe iyi gelir,
* Kolesterolü düşürür,
* Sindirim rahatsızlıklarının kontrol edilmesine yardım eder,
* Baş ağrısına iyi gelir,
* Yüksek tansiyonu düşürür,
* Kan şekerini kontrol altında tutar,
* Romatizma ve gut hastalığına iyi gelir,
* Uykusuzluğa iyi gelir,
* Bağırsaklardaki parazitlerin dökülmesini sağlar;
(1 adet küçük elma=63 kalori)


MUZ
* Kalbe ve kas sistemine yararlıdır,
* Yorgunluğa ve ishale birebirdir,
* Yüksek tansiyonu önleyici özelliğe sahiptir,
* Uykuyu düzene sokar,
* Ülseri önler ve ülser yaralarının tedavisine yardımcı olur,
* Kolesterolü düşürücüdür ve migren ağrısına faydalıdır,
* Böbrek ve eklemlerdeki iltihaplanmalarda tedavi edici özelliğe sahiptir;
(1 adet muz=105 kalori)
KİVİ
* Başlı başına bir C vitamini deposudur, bir adet kivide günlük alınması gereken C vitamini ihtiyacından fazlası vardır,
* Kivinin bitkisel besinleri DNA'yı korur,
* Antioksidan özelliği vardır,
* Kan şekeri kontrolü için yararlıdır,
* Kolon kanserini engellenmesine yardımcı olmaktadır.
* Astıma karşı koruma sağlar,
* Kan inceltici özelliğiyle kan pıhtılaşması riskini önemli bir şekilde düşürmekte ve kanınızdaki yağ miktarını azaltmaktadır;
(1 adet kivi=46 kalori)
VİŞNE
* Şeker oranı kirazınkinden düşük olduğu için daha az kalori içerir,
* Diyareyi keser,
* Ateş düşürür,susuzluğu giderir.
* Koyu renkli vişneler, açık renklilere oranla daha fazla mineral içerir;
(100 gr. vişne=50 kalori)
GREYFURT
* Soğuk algınlığına iyi gelir,
* Sindirimi uyarır,
* Diş etlerinin kanamasını azaltır,
* Kılcal damarlardaki kan dolaşımını hızlandırır,
* Mide ve pankreas kanserlerine yakalanma riskini azaltır,
* Tansiyonu dengeler,
* İdrar sökücü özelliği vardır
*Yağlı yemeklerin ardından içilen greyfurt suyu yediklerinizin ağırlığını giderir;
(1 adet greyfurt=50 kalori)
PORTAKAL
* Soğuk algınlığı ve gripten korunmaya yardım eder,
* İçerdiği C vitamini ve folik asit sayesinde öksürüğü azaltır,
* Kalp hastalığı ve felçten korur,
* Ezik ve çürüklerin daha çabuk iyileşmesini sağlar,
* Mide ve pankreas kanserini önleyici etkisi vardır,
* Tansiyonun dengelenmesine yardımcı olur
* İçindeki potasyum cildin kuruyup kırışıklıkların oluşması önler,
* Bağırsak gazlarını söker,bağırsak parazitlerinin dökülmesini sağlar,
* Karaciğerin düzenli çalışmasını sağlar,
* Safra salgısını arttırır;
(1 adet portakal=60 kalori)
ÇİLEK
* Strese iyi gelir, sakinleştirici etkisi vardır,
* Sigara dumanının etkilerini azaltır. Sigara içilen bir odadayken gün boyunca ağza iki çilek atılması önerilir.
* Çocuk felci ve ağız-deri yaralarına yol açan virüsleri öldürücü etkisi vardır,
* Kansere yakalanma riskini azaltır,
* Mide ve bağırsak zayıflıklarını giderir,
* Safra kesesi hastalıklarına iyi gelir,
* Yüksek ateşi düşürür,
* Dişlere ve diş etlerine iyi gelir, diş taşlarının oluşmasını engeller,
* Cilde canlılık kazandırır;
(100 gr. çilek=30 kalori)
ARMUT
* Kalp-damar sağlığı, alçak kan basıncı ve fiziksel performansa iyi gelen vitaminleri barındırır
* Yüksek tansiyonu olanlar ve böbreklerinde sorun yaşayanlar için faydalıdır, *Kansızlığa ve kabızlığa iyi gelir;
(1 adet küçük armut=82 kalori)
KAVUN
* Kanı temizler,
* Antioksidan özelliği vardır,
* Endişe ve uykusuzluğa iyi gelir,
* Bağırsak ve cilt kanserine karşı Amerikan Kanser Topluluğu'nca tavsiye edilmiştir;
(100 gr. kavun=26 kalori)
KARPUZ
* Böbreği temizler,
* Astım, damar tıkanıklığı, diyabet, kolon kanseri ve kireçlenme gibi hastalıklara iyi gelir,
* Tatlı, sulu karpuz doğada bulunan en önemli antioksidanlarla doludur,
* Bağışıklık sistemini güçlendirir,
* Karpuz çekirdeklerindeki Cucurbocitrin adlı madde kan basıncını düşürmeye ve düzenlenmeye yardımcı olur,
* Kabuğundaki çinko, iktidarsızlığa iyi gelir.
(100 gr. karpuz=30 kalori)

26 Nisan 2008 Cumartesi

BÖĞÜRTLEN İLE GELEN GÜZELLİK

Böğürtlen Artık "yabani" meyve olmaktan çıktı.
Sayısız yararları keşfedildikçe artık kapalı kutularda suyu da satılmaya başlandı. Çünkü Özsuyunda organik asitler, mineraller ve vitaminler bulunan bir meyve böğürtlen. Hafızaya da iyi geliyor. Yaprağından yapılan çay ağız yaralarını iyileştiriyor. Kanı temizleyici etkisi de var. Suyu aynı zamanda ishalleri geçirmede faydalı.
Çiçeklerinden el losyonu elde edin Herbalist Tarkan Güveloğlu, böğürtlenin antioksidan zengini bir meyve oldugunu söylüyor ,Cildi güzelleştiren bir meyve olduğuna dikkat çekiyor.. İçinde çok fazla miktarda C vitamini bulunuyor.
Çiçekleri kaynatıldığında güzel bir vücut ve el losyonu elde ediliyor! Öte yandan meyvesi canlılık veriyor. Damar sağlığına da olumlu etkisi var. Kan şekerini etkilemediği için zayıflama sürecinde de faydalı İçeriğindeki doğal sekerler sayesinde kan şekerini dengede bıradan bir özelliği var…
Yaprakları cilt yaralarına iyi geliyor
Tarkan Güveloğlu, bu mucize bitkinin boğaz enfeksiyonlarına ve yaralara da iyi geldiğini söylüyor. Yara iyileştirici etkiye sahip. Şu mevsimde yavaş yavaş taze yapraklarının çıktığını belirtiyor. Böğürtlenin körpe yapraklarını toplayın. (lapa haline getirin) Bu lapayı ciltte yara olan bölgeye sürebilirsiniz.

BULANTININ EN ETKİLİ İLACI ZENCEFİL

Zencefil özellikle bulantı ve kusmalar üzerinde son derece etkili bir bitkidir. Yapılan araştırmalara göre; ameliyat sonrası görülen bulantıların, kemoterapide yaşanan mide bulantılarının ve ilaçla kanser tedavisi sırasında ortaya çıkan kusmaların zencefil kullanımıyla engellenebileceğini gözler önüne seriyor. Zencefil, araç tutmasında ortaya çıkan bulantı ve kusmalara karşı da çok etkili. Zencefilin hareket hastalığına olan etkileri ile ilgili bir araştırma; yolculuktan iki saat önce alınan zencefilin, bulantı ve kusmayı engellemede son derece etkili olduğunu gösteriyor. Zencefil, şeker hastalarında kan şekerinin dengede tutulmasında da etkili. Zayıflama tedavisinde ise; kan şekerini dengeleyen etkisinden dolayı tok tutucu ve metabolizmanın yavaşlamasını engelleyici etkisi ile rahat kilo verimini sağlıyor.

PROF.DR İBRAHİM SARAÇOĞLUN'DAN SİGARA İÇENLER ÖZEL FORMÜL

İbrahim Saraçoğlundan Sigara içenlere özel formül
Malesef İnsaların çoğu sigara bağımlısı ve ne yazıkki , sigarayı bırakamıyorlar,En azından zararlarından kurtulabilmek için.
Prof.Dr İbrahi Saraçoğlunun özel formülü . Bu formül ile sigaranın vücudunuza verdiği tüm zararları elbette ortadan kaldırmak mümkün değil. Ancak önemli bir bölümünü en asgari düzeye indirebiliyorsunuz
Formülün temeli TERE OTU
Ayda 5 kez bunu yapacaksınız. 5 gün üst üste yaptıktan sonra diğer aya kadar bir daha tüketmeyeceksiniz. Yapmanız gereken şu; 5 gün boyunca her gün bir bağ tere otu yemek. Ancak salataya katmadan, saf olarak tüketeceksiniz. Öğlene kadar yarısını, öğleden sonra diğer yarısını yiyeceksiniz.Bu kürü uygularken idrara çıkıldığında yanma hissedilebilir. Bu zararlı bir şey değil. Bu ot aynı zamanda idrar yollarını da temizliyor. Formülü uygulamaya başladıktan sonra 2 veya 3. günde balgam çıkartmaya başlıyorsunuz. (Ayda 5 kez uygulanıp bırakılacak, unutmayın)
kaynak:netten

25 Nisan 2008 Cuma

PROF DR İBRAHİM SARAÇOĞLUN'DAN DEREOTU MUCİZESİ

Dereotu ;Tiroidin hızlı ya da az çalışması durumunda dereotu çok etkilidir.Zayıflamak ve zayıf kalmak istiyorsanız İbrahim Saraç oğlunun önerilerini uygulayın
3 ay boyunca bir yemek kaşığı dereotu sabah, öğle ve akşam öğünlerinden 15 dakika önce tüketilecek. Bu konuda 5 ay sonra ilaçlarını bırakan hastaların oranı yüzde 90’dır.

Dereotu zayıflama mucizesi: Sofraya oturmadan 15 dakika önce bir yemek kaşığı dereotu yerseniz sofradan daha erken kalkarsınız. 10 dakika sonra tokluk hissi artacaktır. Daha az yemek yersiniz. Diyet yapanların özellikle yemesi gerekir. Açlık duygusuna fren yaptıran dereotudur. Hatta yemek arasında da yiyebilirsiniz. İştahınızın yavaş yavaş kalktığını görürsünüz. Göreceksiniz ki iştahınız daha erken kapanacak ve doygunluk duygunuz daha erken gelecektir.

Kaynak:netten

PROF.DR.İBRAHİM SARAÇOĞLUN'DAN DEREOTU MUCİZESİ

Dereotunun faydaları saymakla bitmez. Troid’in hızlı ya da az çalışması durumunda dereotu çok etkilidir. 3 ay boyunca bir yemek kaşığı dereotu sabah, öğle, akşam öğünlerden 15 dakika önce tüketilecek. Bu konuda 5 ay sonra ilaçlarını bırakan hastaların oranı yüzde 90’dır.
Zayıflamak isteyenler için de mucize; Sofraya oturmadan 15 dakika önce bir yemek kaşığı dereotu yerseniz sofradan daha erken kalkarsınız. 10 dakika sonra tokluk hissi artacaktır. Daha az yemek yersiniz. Diyet yapanların özellikle yemesi gerekir. Açlık duygusana fren yaptıran dereotudur. Hatta yemek arasında da yiyebilirsiniz. İştahınızın yavaş yavaş kalktığını görürsünüz. Göreceksiniz ki iştahınız daha erken kapanacak ve doygunluk duygunuz daha erken gelecektir.

İBRAHİM SARAÇOĞLUNDAN SİGARA İÇENLERE ÖZEL FORMÜL

Sigara sağlığın en büyük düşmanıdır.Tabi ki bir insanın kendi kendine vereceği en büyük ise ceza sigara içmesidir. Ancak, sigarayı bırakamıyorlarsa, nikotinden kurtulamıyorlarsa, sigaranın zararlarını ortadan kaldırıcı bir etkisi var. Ben bugüne kadar bunu söylemedim çünkü ’Sigara için, bu zararlarını ortadan kaldırıyor’ anlamı ortaya çıkıyor diye. Şüphesiz ki önemli zararlar kalıyor ancak her ay 5 gün 1 bağ tereyi 1 günde bitireceksiniz. Salatanın içinde değil ayrıca tüketeceksiniz. Yarısını öğleden önce, diğer yarısını da öğleden sonra. Limon sıkabilirsiniz üzerine. Fakat 5 gün uygulayıp bırakacaksınız. Bu kürü uygularken idrara çıkıldığında yanma hissedebilirler. Bu zararlı bir şey değil. Aynı zamanda idrar yollarını da temizliyor. Balgam çıkartmaya 2., 3. gün başlarlar. Daha rahat nefes alırlar. Tere anfizeme karşı da bir mucizedir. Ayda bir defa 5 gün uygulayıp bırakacaksınız.

İBRAHİM SARAÇOGLUNDAN GENÇLEŞTİRİCİ KARIŞIM

15-16 tane maydonoza 2 yemek kaşığı taze limon suyu ve yarım bardak da su ilave edildikten sonra blenderdan geçirilir. Sabah aç karnına kahvaltıdan 15-20 dakika önce içilir. Bu karışımın özelliği gençleştirici bir etkisinin olmasıdır. Vücuttan toksin attırır ve karaciğer yağlanmasına karşı da mükemmel bir çözümdür. 15 gün boyunca her sabah içmek gerekir. 2. günden itibaren sabahları kalktığınızda daha dinç ve daha zinde kalkacaksınız.

SİBEL CAN'IN ANANAS MUCİZESİ

Geçtiğimiz yıl günde üç öğün ananas suyu içerek 5 kilo veren Sibel Can ananasın mucizevi bir besin olduğunu söyledi. Kendisinin tansiyon hastası olduğunu bu nedenle artık diyet yapamadığını belirten Sibel Can önümüzdeki günlerde Bodrum'a gidip yedi günlük bir detoks programına katılacağını belirtti.
CİLDİ NEMLENDİRİYOR
Ananasın içindeki enzimlerin yağ yakma özelliğinin olduğunu, idrar söktürücü etkisi nedeniyle vücuttaki toksinlerin atımına yardımcı olduğunu, böylelikle selülit tedavisine iyi geldiğini vurgulayan ünlü sanatçı şunları söyledi:
“Zengin B vitamini cildi etkili bir şekilde nemlendiriyor ve saçı parlatıyor.
Tansiyonu dengeleyici etkisi de var. Tavsiyem hem güzellik hem sağlık için bol bol ananas yiyin."

İBRAHİM SARAÇOĞLUN'DAN YORGUNLUK İÇİN ÖNERİLER

Kendinizi yorgun, bitkin,ve halsiz hissediyorsanız ve özellikle zihin yorgunluğunuz varsa; açık bir çay, bildiğimiz siyah en az 4-5 dakika demlenmiş siyah çayın içine 10-12 tane kuru karanfil atılacak. Ancak karanfili parmağınızla ufalamaya çalıştığınızda ufalanırsa o raf ömrünü tamamlamıştır. Taze olmasına dikkat edin. 2-3 dakika bekleyin ve karıştırıp için. İçtikten 10 dakika sonra saçınızın kökünde bile dahi kıpırdanmayı hissedeceksiniz. Yorgunluğunuzun buharlanıp gittiğini belirgin şekilde farkedeceksiniz. Dinçleştiren ve üzerinizdeki ağırlığı alan bir formül.
DİP NOT:Yalnız çay sallama çay olmayacak.

Migren en çok kadınları vuruyor..



Yapılan araştırmalar Türk kadınlarının yüzde 74’ünün ağrı yaşadığını ortaya koyuyor. Yaşamlarının ortalama 5 yılı ağrı çeken kadınlarda en sık görülen ağrı çeşidi ise baş ağrısı ve migren...

Tüm dünyada en yaygın hastalıklardan biri olarak yaşanan migren, kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla görülüyor. Yapılan araştırmalar ülkemizde erişkinlik döneminde migren görülme sıklığının erkeklerde yüzde 11 iken kadınlarda yüzde 22 civarında olduğunu ortaya koyuyor. Ergenlik dönemindeki genç kadınlarda migren görülme sıklığı ise her geçen gün daha da artıyor.

Uzmanlar kadınlarda migrenin daha fazla görülmesini östrojen seviyesinin yüksekliği ile ilişkilendiriyor. Migren hastalığı bulunan kadınların yüzde 60’ında baş ağrısı atakları adet dönemlerinde sıklaşıyor. Sadece adet dönemlerinde görülen bir migren türü bile bulunuyor. Bu migren türünde baş ağrısı adetin 1. ve 2. gününde görülüyor diğer zamanlarda ise ortaya çıkmıyor. Kadınların yüzde 60’ında hamilelik sırasında, özellikle de ikinci ve üçüncü üç aylık dönemlerde migren açısından bir iyileşme görülebiliyor.

Uzmanlar bu iyileşmenin, östrojen ve progesteron hormonu seviyelerinin bu dönemde nispeten sabit kalmasına bağlı olduğunu düşünüyor. Yüzde 15 oranında ise migren bulguları hamilelik döneminde kötüleşebiliyor. Hastanın migren paterni, hamilelik bittiğinde ve tekrar adet görmeye başladığında geriye dönüyor.

Felç Geçirme Riskine Dikkat!

Kadınların ayrıca baş ağrısı öncesinde görme bozukluğunun yanı sıra ışıklar ve çizgiler görebileceğini belirten Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş, auralı migreni olan kadınların bir sorununun da doğum kontrol ilaçları ve sigara olduğunu vurguluyor. Ertaş, “Eğer auralı migreni olan hasta doğum kontrol ilaçları ve sigara kullanıyorsa felç geçirme riski, migreni olmayanlara göre 15 kat artıyor. Bu risklerden kaçınmak için baş ağrısı tipinin doğru teşhis edilmesi gerekmektedir. Auralı migren tipi olan kadınların bu riskten kaçınması için bu tip ilaç kullanımlarından ve sigara alışkanlıklarından vazgeçmesi gerekmektedir” dedi.

Migrenin tedavisi akut atakların tedavisi ve atakların gelmesini önleyici tedavi olarak iki aşamada değerlendiriliyor. Akut tedavide ağrı kesiciler (antienflamatuvar) ilaçlar veya triptanlar kullanılıyor. Aspirin gibi ağrı kesici antienflamatuvar ilaçlar, tek başlarına ya da bulantı kesici bir ilaçla baş ağrısında etkili bir çözüm olarak öneriliyor. Önleyici tedavi, migren atakları ayda iki veya üç defadan daha fazla görüldüğünde, günlük yaşamı etkileyecek kadar şiddetli olduğunda uygulanıyor ve genellikle her gün kullanılıyor.

Diyetçi margarinciye yağ mı çekiyor



Yıllardır kalp hastalıklarına neden olduğu söylenen margarini gönül rahatlığı ile sofralarımıza alabilecek miyiz? Yılların diyetisyenleri saf mı değiştiriyor?

Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği MÜMSAD, son yıllarda margarinden uzaklaşan tüketicileri yeniden margarinle buluşturmak amacıyla bir kampanya düzenliyor.

Yani, amaç kalp sağlığına zararlı olduğunu düşündüğümüz için uzak durduğumuz margarine, yeniden dönüşü sağlamak. Yıllardır trans yağların zararlı olduğunu söyleyen uzmanlar şimdi neden margarine yönelik olumlu açıklamalar yapıyor. Bir süre önce 'margarinden kaçınılmalı' diyen Taylan Kümeli, bu kampanyada yer alıyor. Prof. Dr. Ayşe Baysal, Neşe Erberk ve diyetisyen Salahattin Dönmez de bu kampanyaya destek oluyor.

Özellikle 'Çocuklarınızı katkı maddeler içeren yiyeceklerden uzak tutun' diyerek yıllardır bu konuda halka bilgiler veren Prof. Dr. Rasim Küçükusta, margarini asla tüketmediğini söylüyor: "Sağlıklı beslenme için benim yediğim ve hastalarıma tavsiye ettiğim iki yağ var. Biri zeytinyağı diğeri hakiki tereyağı. Ben margarin yemiyorum ve kimseye de tavsiye edemem. Bana göre diyetisyenler margarin üreticilerine yağ çekiyor" dedi.

MASUM YAĞ YOK

Beslenme Diyet uzmanı Gürsel Doğan'a göre her şeyin aşırısı riskli. 'Margarin sağlık açısından riskli' denilebilmesi için günlük kullanım miktarını aşmamak gerekiyor. Doğan, "Tereyağı, zeytinyağı ve margarinin de dozu olmalı. Biz, yemeklerde 10 gram öneriyoruz. Oran önemlidir. Eğer 30 gram olursa kalp- damar riski taşıyor. Aslında biz toplum olarak zeytinyağının da ölçüsünü bilemedik. Zeytinyağı da masum değil" şeklinde konuştu.

MARGARİNDE 10 YILDIR TRANS YAĞI YOK

MÜMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Metin Yurdagül, son yıllarda kamoyunda margarin ile trans yağ arasında yanlış bir algılamanın oluştuğuna da dikkat çekiyor. Yurdagül, "Türk margarin sanayisinin önde gelen temsilcileri bu sorunu 1990'ların sonunda çözdüler. Ancak Türk margarin üreticileri trans yağ sorununu çözdüğü dönemde kamuoyunda trans yağa ilişkin yeterli bilinç yoktu. Şimdi yeni devreye giren etiketleme tebliğine göre ürünlerimizde 'Trans Yağ Yoktur' amblemini kullanarak sorumluluğumuzu yerine getireceğiz" dedi.

Zeytinyağını öneriyorum

Dr. Ender Saraç ise, 2000 yılından sonra margarinlerde iyi firmaların trans yağ oranını ya en aza indirdiğini ya da tamamen yer almadığını söyledi. "Ben yine de zeytinyağını öneriyorum" diyen Saraç, mutlaka margarin kullanmak isteyenlere önerilerde bulundu: Saraç, "Marketten margarin alırken, iyi firmaların ürettiklerini satın almalısınız. İçiriğinde trans yağın var olup olmadığına bakmalısınız. Ama trans yağı yoksa margarin gönül rahatlığı yenilebilir. Margarinler kolesterol de içermiyor." Beslenme uzmanları margarin hakkında bunları söylüyor. Kardiyoloji uzmanı Ferhan Meriç, ise "İçinde trans yağı varsa, zararlıdır. Ancak burada önemli olan bu maddenin varlığı. Firmalar trans yağının artık olmadığı söylüyor. Yani kalp-damar hastalığına neden olan madde trans yağıdır. Eğer içinde yoksa risk aza iniyor" dedi.

Ana kucağı ağrı kesici ilaç gibi



Yapılan bir araştırma, prematüre olarak dünyaya gelen ve tıbbi bakımdan geçen bebeklerin anne kucağında ve tensel temas halinde olmaları durumunda daha az ağrı duyduklarını ortaya koydu.

Kanada'da McGill Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, prematüre olarak dünyaya gelen ve tıbbi bakımdan geçen bebeklerin anne kucağında ve tensel temas halinde olmaları durumunda daha az ağrı duyduklarını ortaya koydu. Acı çekip ağlayan bebekler anne kucağında 3 dakika içinde normale dönerken annesinden uzakta olanların acısı sürdü.

Mantar özü meme kanserini durdurabilir



Doğu Asya’da yüzyıllardır tıbbi olarak kullanılan bir mantarın özünün, meme kanseri hücrelerinin büyümesini durdurabileceği belirtildi.

Sonuçları “British Journal of Cancer” adlı dergide yayımlanan, Metodist Araştırma Enstitüsü’nün yaptığı araştırma çerçevesinde, Phellinus Linteus adlı mantarın muhtemelen, hücre büyümesiyle sonuçlanan sinyalleri kontrol eden, AKT diye bilinen bir enzimi bloke ederek kansere karşı bir etki oluşturduğu belirtildi.

Araştırmacı Dr. Daniel Sliva, meme kanseri üzerinde yapılan araştırmada, sözkonusu mantarın özünün, yeni kanser hücrelerinin kontrolsüz büyümesini indirgediğini, bu hücrelerin saldırgan tutumunu bastırdığını ve tümörü besleyen yeni damarları bloke ettiğini söyledi.

Phellinus Linteus’un, deri, akciğer ve prostat kanseri hücreleri üzerinde benzer bir etkiye sahip olduğu biliniyor.

Antidepresan kullanımı 4 yılda yüzde 85 arttı



Türkiye’de antidepresan ilaç kullanımı hızla artıyor, yeni kuşaklar depresyon ilaçlarına sarılıyor. Antidepresan kullananların oranı, son 4 yılda yüzde 85 oranında arttı.

Depresyon uzmanlar tarafından, kanserden sonra çağın en önemli ikinci hastalığı olarak değerlendiriliyor.

Türkiye’de son 4 yılda antidepresan kullanımınındaki artış endişe verici. Yüzde 85 oranındaki artış uzmanları tedirgin ediyor.

2003 yılında 14 milyon 138 bin kutu antidepresan tüketilirken, bu rakam 2006 yılı verilerine göre 22 milyon 651 bine, 2007 yılında ise 26 milyon 246 bine çıktı.

Türkiyede antidepresan kulanımının özellikle 17-24 yaş arasında yoğunlaştığı söyleniyor. Bilinçsiz antidepresan kullanımı gençlerde öfke ve şiddet eğilimini körüklüyor..

Uzmanlar antidepresanların reçetesiz satılmaması gerektiğini söylüyor ve uzman kontrolünde kullanılan ilaçların tedavi yönünün yüksek olduğu vurgulanıyor.

Depresyon kalp krizine yol açıyor



Depresyon kalp krizine, atlatılan kalp krizi sonrası devam eden depresyon ise erken ölüme yol açıyor.

ABD’de yapılan araştırmaya göre, kalp krizinden kurtulmayı başaran yetişkinlerde depresyonun devam etmesi ölüm riskini artırıyor ve ömrü kısaltıyor.

Uzmanlar, araştırmada incelenen kişilerin yüzde 76’sının geçirdiği kalp krizinin altında ağır depresyonun yattığını belirtiyor.

Evdeki stres, çocuğu hasta ediyor



Stresli ebeveynlerin çocukları daha çok hasta oluyor...

İngiltere’de yürütülen bir araştırma, stresli anne babaların çocuklarının hastalıklara daha yatkın olduğunu gösterdi.

Sürekli diken üzerinde yaşamak zorunda kalan çocukların bağışıklık sistemleri zayıflıyor bu da onları enfeksiyonlara açık hale getiriyor.

Uzmanlar, bu çocukların diğerlerinden kat ve kat daha fazla hasta olduğunu vurguluyor.

Obeziteye neden olan kilit protein keşfedildi



Proteinin keşfiyle yalnızca obezite değil, bazı kanser türleri, yağ dokusunda ve kas kütlesinde azalma ve iç organlardaki küçülme gibi önemli sorunlar da tedavi edilebilecek.

İsveç Karolinska Enstitüsü’nden bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre, TRAP (tartarata dirençli asit fosfataz) adı verilen protein yeni yağ hücrelerinin oluşumunu tetikliyor ve kilo alımını hızlandırarak, obeziteye neden olabiliyor.

Yaklaşık 4 yıl boyunca aşırı kilolu 14 kadını inceleyen araştırmacılar, aşırı kilolu kişilerde bu proteinin çok yüksek seviyede olduğunu gördü.

Araştırmada ayrıca bu proteinin bazı kanser türlerinin yanı sıra kaşeksi (aşırı kilo kaybı, deri altı yağ dokusundaki azalma, kas kütlesinde azalma ve iç organlarda küçülme, derideki değişiklikler, saç dökülmesi gibi belirtileri olan vücudun gerilemesi durumu) tedavisinde de umut olabileceği ortaya çıktı.

Araştırma internetteki Amerikan Plos One dergisinde yer alıyor.

Bilim adamları acımasızlık genini keşfetti



“Bencil diktatörler genlerinin esiri oluyor”. İsrailli bilim adamları neden bazı insanların diğerlerine göre daha acımasız olduklarını araştırdı. Buna göre, “AVPR-1” genini taşıyanlar bencil ve zalim davrandıklarında büyük haz alıyorlar.

Araştırmaya göre, “AVPR-1” adlı gen ile bencil ve acımasız davranışlar arasında bir bağ bulunuyor. Bir başka deyişle, “acımasızlık” insanların genlerinde saklı.

İsrailli bilim adamları, “AVPR-1” genini taşıyanların başkalarına yardımcı olacak hareketlerden daha az zevk aldıklarını ortaya koydu.

Araştırmaya göre bu gene sahip olan insanlar bencil davrandıklarında normal insanlardan çok daha büyük haz duyuyor.

Yaşlılarda ‘izole sistolik hipertansiyon’a dikkat



Kardiyolog Prof. Dr. Ahmet Oktay, sadece büyük tansiyonun yüksek, küçük tansiyonun normal veya düşük kalması olarak tanımlanan izole sistolik hipertansiyonun, özellikle yaşlılarda karşılarına çıktığını söyledi.

Kardiyolog Prof. Dr. Ahmet Oktay, sadece büyük tansiyonun 14’ün üzerinde, buna karşın küçük tansiyonun normal veya düşüklüğünün sık görülen bir durum olduğunu kaydetti.

Bu hastaların kalp yetersizliği ve kardiyovasküler komplikasyonlar bakımından yüksek risk altında olduğunu belirten Prof. Dr. Ahmet Oktay, ” izole sistolik hipertansiyon hastalarının kontrollu ilaçla tedavi çalışmalarında, büyük kan basıncının aşağıya çekilmesi ile inme, kalp krizi, kalp yetersizliği gibi risklerde anlamlı bir azalma sağlanabildiği tartışma götürmeyecek şekilde kanıtlanmıştır” dedi.

Sadece büyük(sistolik) kan basıncının (tansiyon) yüksek olması, küçük (diyastolik) kan basıncının normal veya düşük olması mümkün müdür?

Gerçekten de sadece büyük tansiyonun yüksek olması (140 mm Hg’nın, ya da halk arasında bilindiği şekilde 14’ün üzerinde), buna karşın küçük tansiyonun normal veya düşük kalması (90 mm Hg’nın (9’un) altında) pek de nadir görülmeyen bir durumdur. Hekimlerin “izole sistolik hipertansiyon” olarak isimlendirdikleri bu durum, özellikle yaşlılarda karşımıza çıkmaktadır. Bu tip hipertansiyonun kansızlık, tiroid bezinin fazla çalışması gibi bazı nadir nedenleri söz konusuysa da, izole sistolik hipertansiyon hemen daima kalpten çıkan ana atar damarın(aortun) ve onun ana dallarının yaş ve damar sertliğine bağlı olarak sertleşmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Sertleşen damar duvarı kanın pompalanmasıyla beklendiği oranda esneyip genişleyemeyeceğinden damar içindeki kan basıncı yükselmek zorunda kalmaktadır. Esasında büyük kan basıncı hem kadınlarda, hem de erkeklerde yaşla sürekli bir artış eğilimindeyken, küçük kan basıncı her iki cinsiyette de 55-60 yaşlarından itibaren azalma eğilimi gösterir. Böylece yaşlılarda hipertansiyon sıklıkla sadece büyük tansiyonun yüksekliği şeklinde ortaya çıkar.

Yalnızca büyük kan basıncının yüksek olması(izole sistolik hipertansiyon), hem büyük hem de küçük kan basıncının yüksek olması kadar tehlikeli veya kalp-damar hastalıklarını tetikleme açısından riskli midir?

Topluca değerlendirilen gözlemsel çalışma sonuçlarına göre hem büyük, hem de küçük kan basıncının yükselmesinin birbirinden bağımsız olarak ve benzer şekilde inme ve kalp krizine bağlı ölüm riskini artırdığı bilinmektedir. Özellikle yaşlılarda yapılmış gözlemsel çalışmalarda ise, ilginç olarak riskin büyük kan basıncının artmasıyla doğru orantılı olarak arttığı, buna karşın küçük kan basıncı ile ters orantılı olduğu (yani küçük kan basıncının azalması ile riskin arttığı) belirlenmiştir. Sonuç olarak, sadece büyük kan basıncı yüksekliği, küçük kan basıncının yüksekliği kadar olumsuz ve riskli bir durumdur. Sevindirici olarak, sadece büyük kan basıncı yüksek olanlarda (izole sistolik hipertansiyon hastaları) kontrollu ilaçla tedavi çalışmalarında, büyük kan basıncının aşağıya çekilmesi ile inme, kalp krizi, kalp yetersizliği gibi risklerde anlamlı bir azalma sağlanabildiği tartışma götürmeyecek şekilde kanıtlanmıştır.

Yalnızca büyük kan basıncı yüksek olan yaşlı kişilerde küçük kan basıncının fazlaca düşük olması kalp-damar hastalıkları açısından daha yüksek bir risk getirir mi?

Kanıtlar çok güvenilir olmamakla birlikte elimizdeki gözlemsel veriler yaşlı hipertansiyon hastaları grubunda, küçük tansiyon değeri düştükçe riskin, yani olumsuz sonuçların ortaya çıkması ihtimalinin arttığına işaret etmektedir. Bir başka ifade tarzıyla büyük kan basıncıyla küçük kan basıncı arasındaki fark ne kadar genişlemişse veya açılmışsa, kişinin riski o oranda artmakta gibi gözükmektedir. Farklı bir anlatımla büyük kan basıncı yüksek, ancak küçük kan basıncı düşük(60 mm Hg’dan (6’dan) düşük) yaşlı hipertansiyonlular özellikle yüksek risk taşıyan bir grubu temsil etmektedirler. Son yıllarda ortaya konmuş bu husus, sadece büyük kan basıncı yüksekliği olan hastaların tedavisinde bazı sorun ve kuşkuların da kaynağı olmaktadır.

Sadece büyük kan basıncı yüksek olanlarda, tedavi ile hem büyük kan basıncı, hem de küçük kan basıncını düşürmenin bir olumsuzluğu(zararı) söz konusu mudur?

Hipertansiyon konusunun iyi cavaplandırılamamış hususlarından biri de bu sorundur. Teorik olarak ve de bazı gözlemsel çalışmalara bakarak, özellikle koroner kalp hastalığı bulunanlarda küçük kan basıncının 60 mm Hg’nın (6’nın) altına çekilmesinin kalp krizi ve ölüm riskini artırabileceği söylenebilir. Ancak izole sistolik hipertansiyon hastalarında yapılan kontrollu ilaç çalışmaları küçük kan basıncının çok düşürülmesinin kalp krizi olaylarını artırdığını gösterememiştir. Bu bulgular çok sevindirici olmakla beraber, bazı nadir olgularda küçük kan basıncının çok düşürülmesinin olumsuz etkileri söz konusu olabilir. Bu çekinceye rağmen, izole sistolik hipertansiyonlu hastalarda ilaç tedavisinin kalp krizi riskini azaltmak da dahil olmak üzere genel yararlarının çalışmalarda gayet net olarak ortaya konmuş olması son derecede önemlidir. Bu nedenle, izole sistolik hipertansiyonun tedavisinde, küçük tansiyonu fazla düşürmenin bazı sakıncaları olabileceği akılda tutulmakla beraber, büyük tansiyonun normal sınırlara çekilmesi için azami çaba sarfedilmelidir. Hem hekim, hem de hasta açısından zor olan, hatta bazen olanak dışı bulunan, büyük kan basıncını normal değerlere çekerken küçük kan basıncının aşırı düşmesine meydan vermemektir.

Doğru beslenme, kanserden korunmada önemli

Kanserden korunmak için özellikle hücre yenilenmesine yardımcı olan C, E ve A vitamini içeren meyve ve sebzelerin bol tüketilmesi gerekiyor. Vitaminler, haplar yerine, sebze ve meyvelerden alınmalı...

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gamze Çan, dünyada ve Türkiye’de en sık görülen kanser türlerinin erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanseri olduğunu belirtti.

Beslenme faktörlerinin kansere yol açtığına dikkati çeken Prof. Dr. Gamze Çan, aşırı kırmızı et ve yağlı yiyecek tüketiminin kalın bağırsak kanseri, aşırı tuz tüketiminin ise mide kanserine neden olduğunu ifade etti.

Kanserden korunmak için kansere yol açan faktörlerden uzak durulması gerektiğini vurgulayan Çan, “Sigara ve alkolden uzak durmalı, güneş ışığının dik geldiği saatlerde özellikle küçük çocukları güneşten korumalıyız” dedi.

Günde 5-6 öğün taze meyve ve sebze tüketilmesi gerektiğini dile getiren Çan, şöyle devam etti:
“Özellikle C, E ve A vitamini içeren meyve ve sebzeler bol tüketilmelidir. Bu vitaminler hücrelerin yenilenmesine yardımcı olur. İşlenmemiş tahılları, lifli yiyecekleri, zeytinyağını, tatlılardaki şekerler yerine meyvelerdeki şekeri, rafine şeker yerine ise bal ve pekmezi tercih etmeliyiz. Beyaz şeker sadece insanlar için değil bütün canlılar için zararlıdır. İlk bir sene bebeklere verilen yemeklere tuz koyulmamalı. Bebeklere kesinlikle beyaz şeker verilmemeli, bunun yerine yiyeceklerine bir kaşık bal ya da pekmez katılmalıdır. Çocuklar beyaz şeker yerine diğer şekerlere alıştırılmalıdır.”

Prof. Dr. Çan, salamura, turşu ve tuzlu yiyeceklerden uzak durulması gerektiğini de vurgulayarak, “Sucuk, salam gibi işlenmiş et ürünlerinde uzun süre dayanmaları için kimyasal dolayısıyla kanserojen maddeler bulunmaktadır. Bu nedenle bu ürünlerden de uzak durulmalıdır. Yiyeceklerdeki katkı maddelerine dikkat edilmelidir. Tatlandırıcılar, soslar, konservelerde katkı maddeleri bulunmaktadır. En zararsız denilen katkı maddesi bile zararlıdır” diye konuştu.

Besinlerin hazırlanmasına da dikkat edilmesi gerektiğini ifade eden Çan, yiyeceklerin kömür ızgarasında pişirilmemesi, tekrar tekrar kaynatılmaması, yüksek ısı yerine düşük ısıda, besinin C ve E vitamini gibi antioksidan özelliğinin bozmadan pişirilmesi gerektiğini kaydetti.

“VİTAMİNLERİ SEBZE VE MEYVELERDEN ALIN”
Vitaminlerin haplar yerine sebze ve meyvelerden alınması gerektiğine dikkati çeken Çan, “Vitamin hapları, kimyasal formdaki vitaminlerdir. Her şeyin doğal olanı sağlıklıdır. Sağlıklı bir kişinin, vitamini sebze ve meyve tüketmek yerine vitamin tabletinden almasını asla önermiyoruz” diye konuştu.

Gamze Çan, kanserden korunmak için düzenli olarak fiziksel egzersiz yapılması gerektiğini vurgulayarak, şunları söyledi:
“Çocuklar ve gençlerin haftada en az 5 gün 1’er saat, yetişkinlerin ise yarım saat düzenli egzersiz yapması şart. Yürümek istemiyoruz, her yere araçla gidiyoruz. Alışverişlerimizi, banka işlemlerimizi internette yapıyor, hatta gazetemizi bile bilgisayar başında okuyoruz. Büyüklerimizin her şeyi yediklerini ancak sağlıklı olduklarını söylüyoruz. Eskiden insanlar tarlada, bahçede çalışarak yediklerini yakıyorlardı, bir denge vardı. Biz ise yeme alışkanlığını sürdürüp, yakmayı bırakıyoruz. Sonra kilo vermek için saçma sapan rejimler yapıp sağlığımızı kaybediyoruz.”

KANSERE YOL AÇAN DİĞER FAKTÖRLER
Kanserde genetik faktörlerin rol oynadığını, meme, mide ve kalın bağırsak kanserlerinin bazı ailelerde daha sık görüldüğünü ifade eden Çan, ailesinde meme kanseri olan kadınların, mutlaka düzenli taramalardan geçmesi gerektiğine dikkati çekti.

Katran, deterjan gibi kimyasal maddelerin kanserlerin yüzde 4’ünde etkili olduğuna işaret eden Çan, “Deterjanlar çevreyi de, bizi de kirletiyor. Daha ekonomik diye tercih ettiğimiz deterjanlar yeterince durulanmadığı, özellikle de soğuk suyla yıkandığında, sıcak yemekte çözünmekte ve yediklerimize karışmaktadır. Bu nedenle deterjan kullanımı sınırlı tutulmalı ve dikkatli olunmalıdır” dedi.

Çan, hava kirliliğinin, sigara ile birleştiğinde kanserlerin yüzde 10’unda etkili olduğunu da söyledi.

Gıda boyaları Avrupa’da yasaklanacak



Bir araştırmanın sonucunda 6 adet gıda boyasıyla çocuklardaki hiperaktivite arasında bağlantının ortaya çıkarılmasından sonra, Avrupa çapında bu suni boyaların yasaklanması isteniyor.

Gıda boyalarının kullanımının tamamen yasaklanabilmesi için AB’nin karar alması gerekiyor. İngiliz Gıda Güvenliği Ajansı da bu suretle, İngiliz bakanlardan gelecek yıla kadar bu boyaları gönüllü olarak satıştan kaldırmalarını istedi.

İngiltere’de geçen yıl yapılan araştırmada, katkı maddesi kullanılan içecek tüketen çocukların konsantrasyonlarını kaybettiği ve hiperaktiviteye yol açtığı rapor edilmişti.

Araştırmanın yapıldığı dönemde hiperaktif çocukların ailelerini, renkli ürünlerin tüketiminin olası risklerinden haberdar olmaları yolunda uyaran Gıda Güvenliği Ajansı, bu konuda daha güçlü tavsiyelerde bulunmamakla eleştirilmişti. Ancak ajansın bugün yapılan yönetim kurulu toplantısında başkan Dame Deirdre Hutton, ellerindeki kanıtın, bu boyaların gıdada kullanılmamasının akıllıca olacağını gösterdiğini söyledi.

AB geçen yıl, çocuklarda hiperaktivite seviyesi ile gıdalardaki koruyucu ve katkı maddelerinin tüketimi arasında ilgi kuran İngiliz bilimsel araştırmasını değerlendirme kararı almıştı.

İngiltere’de yapılan ve prestijli tıp dergisi The Lancet’te yayımlanan araştırmada, gıdalara konan koruyucu ve renklendiricilerin çocuklarda hiperaktivite seviyesini yükselttiği belirlenmişti.

Southhampton Üniversitesinde yapılan araştırmada bilim adamları, bir grup çocuğun bir bölümüne gıdalarda bulunan koruyucu ve katkı maddelerinden hazırlanmış bir kokteyl, bir bölümüne de sadece meyve suyu vererek, çocukların davranışlarını gözlemlemişlerdi.

İngiliz Gıda Güvenliği Ajansı yönetiminde yapılan araştırmayı yürüten bilim adamlarına göre, elde edilen sonuçlar, daha önce dikkat toplama bozukluğu olan hiperaktivite rahatsızlığı bulunan çocuklar üzerinde yürütülen çalışmaların sonuçlarını doğruluyor.

Araştırmanın başındaki Profesör Jim Stevenson ve meslektaşları, koruyucu ve katkı maddelerinin 3 ve 8-9 yaşları arasındaki çocukların hiperaktif davranışları üzerinde olumsuz etkisi bulunduğunu saptadıklarını belirterek, “Bulgular, bu maddelerin sadece hiperaktivite rahatsızlığı bulunan çocuklar üzerinde değil, tüm çocukların davranışları üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini gösteriyor” şeklinde açıklamada bulunmuştu.

3 yaşında 153 ve 8-9 yaşlarında 144 çocuk üzerinde yapılan araştırmada kullanılan katkı ve koruyucu maddeli kokteyller, sodyum benzoat (AB normlarına uygun E221) ve E110, E122, E102, E124, E104 ve E129 gibi çeşitli renklendiriciler içeriyordu.

Çocuklarda hiperaktivite, konsantrasyon eksikliği ve özellikle okumada öğrenme zorluğuyla ortaya çıkıyor.

ABD’de 25 yılda hiperaktivite rahatsızlığı bulunan çocuk sayısı üçe katlanarak 2001-2002 yıllarında 2,84 milyona ulaşırken, Fransa’da da son verilere göre her 400 çocuktan biri hiperaktivite ilacı Ritaline alıyor.

Vitamin hapları erken ölüm riskini artırabilir



A, C ve E vitaminleri sağlığa yarar sağlamadığı gibi erken ölüm riskini artırabiliyor. Uzmanlar, vitamin alınırken dengeli beslenmeye de özen gösterilmesi gerektiğini hatırlatıyor.

İngiliz Daily Mail gazetesinin internet sitesindeki habere göre, uluslararası alanda saygın bir grup bilim adamı, 230 bin kişiyi kapsayan 67 araştırmayı inceleyerek antioksidan A, C ve E vitaminlerini almanın “sağlığa katkıda bulunduğu yönünde ikna edici hiçbir delil bulunmadığı” sonucuna vardılar.

Beta karoten, A, C ve E vitaminleri ile selenyum kullanımı üzerinde yapılan derinlemesine analizde, vitaminlerin ömrü uzatmadığı gibi ölüm oranını artırabileceği belirlendi.

Ölüm oranını A vitamininin yüzde 16, havuç, domates ve brokolide bulunan bir pigment olan ve vücudun A vitaminine dönüştürdüğü beta karotenin yüzde 7 ve E vitamininin yüzde 4 artırabileceği belirtilirken, C vitamininin önemli zararlı etkisinin saptanmadığı kaydedildi.

Araştırmadan, “antioksidanları kullanan sağlıklı insanlarda bazı hastalıkların önlendiği veya hasta insanların bunları kullanarak daha iyi oldukları yönünde kanıt olmadığı” sonucu çıktı.

Selenyum ve C vitaminiyle ilgili daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu ifade edildi.

Antioksidanlar, metabolizmanın normal çalışması sırasında vücut tarafından üretilen moleküller olan serbest radikallere karşı koruma unsuru oluşturuyor. Serbest radikaller hastalık, yaşlılık veya zehirli maddelere maruz kalma sonucunda kontrolsüz bir şekilde artarsa vücuda zarar verebiliyor.

C vitamini gibi antioksidanların, serbest radikalleri etkisiz hale getirerek sağlığa yarar sağlayacağı düşünüldüğü için birçok insan bunları “sağlık sigortası” gibi görüyordu.

Daha önce yapılan araştırmalardan, vücutta antioksidan seviyesinin artmasının hayatı uzatabileceği sonucu alınmıştı. Bazı araştırmalarsa bunların yararı veya zararı bulunmadığını, hatta zararlı etkisinin olabileceğini göstermişti.

Bununla birlikte, bu son araştırmada antioksidanların neden sağlığa zararlı olabildiği yönünde biyolojik bir açıklama getirilmezken, örneğin beta karotenin vücudun yağları kullanımına müdahale edebildiği belirlendi.

Araştırma, sağlık alanında yapılan çalışmaları değerlendiren uluslararası bir kuruluş olan Cochrane Collaboration tarafından yayınlandı.

Yüksek enerjili beslenen kadınların oğlu oluyor



Enerji bakımından zengin besinler alan kadınların erkek çocuk doğurma olasılığı daha yüksek olabilir...

İngiltere’deki Exeter Üniversitesinden Fiona Mathews ve ekibi, annenin beslenme şekli ve bebeğin cinsiyeti arasındaki ilişkiyi araştırdı.

740 hamilenin, gebelikten önce ve gebelik sırasındaki beslenme alışkanlıklarını inceleyen bilim adamları, ilk çocuğuna gebe kalan ve bebeğin cinsiyetini bilmeyen bu kadınları hamile kalırken, kalori desteklerine göre 3 gruba ayırdı.

Enerji desteğini en fazla alan kadınların yüzde 56’sının erkek, en az alanların yüzde 45’ininse kız bebek dünyaya getirdiği görüldü.

Araştırmada, kahvaltıda tahıl tüketimi, potasyum, kalsiyum, C, E ve B12 vitaminleri bakımından daha zengin ve daha çeşitli besin tüketimi ve erkek çocuk doğurma arasında güçlü bir ilişkinin olabileceği de ortaya çıktı.

Mahthews, “bu çalışmaların, genç kadınların az kalorili beslenme tarzını tercih ettiği gelişmiş ülkelerde neden erkek oranının azaldığını açıklamaya yardımcı olabileceğini” söyledi.

Son 40 yılda sanayi ülkelerinde erkek bebek sayısının az da olsa azaldığı gözleniyor. Bu düşüş, tüketim ürünlerindeki kimyasal maddelere bağlanıyor. Bununla birlikte araştırmacılar, gelişmiş ülkelerdeki genç kadınların değişen beslenme alışkanlıklarının da bu düşüşü açıklayabileceğini belirtti.

Kahvaltı alışkanlığının gelişmiş ülkelerde neredeyse ortadan kalktığını söyleyen araştırmacılar, ABD’de kahvaltı yapan erişkinlerin oranının, 1965’te yüzde 86 iken 1991’de yüzde 75’e düştüğünü vurguladı.

Araştırmacılar, kahvaltıyı atlamanın normal gece açlığı süresinin uzamasına, bu nedenle glikoz seviyesinin düşmesine neden olabileceği görüşünü savunuyor. Daha önce laboratuvarda yapılan araştırmalar, glikozun erkek bebek dünyaya getirme olasılığını artırabileceğini göstermişti.

Araştırma, “Proceeding of the Royal Society” dergisinde yayımlandı.

Çimlenmiş patates, zehirliyebilir



Çimlenmiş patatesteki “solanin” adlı toksik madde gıda zehirlenmelerine neden olabiliyor. Bu durum ise baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ile ishal gibi belirtilerle kendini gösteriyor...

Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Diyetisyen Doç. Dr. Nurten Budak, havaların ısındığı bu günlerde, kış aylarında stoklanan patates ve soğanların, uygun nem ve ışık bulunca çimlenmeye başladıklarını belirtti.

Patateste çimlenmeyle ortaya çıkan yeşilimsi tabakanın insan sağlığı için son derece zararlı olduğunu bildiren Budak, şu bilgileri verdi:
“Bu yeşillenmeyle birlikte ‘Solanin’ adı verilen toksin madde ortaya çıkarır. Solanin içeren patatesin tüketilmesi de besin zehirlenmesine neden olur. Solanin adlı toksininin neden olduğu besin zehirlenmesi, patates tüketiminden birkaç saat sonra kendisini göstermeye başlar. Bu durumda baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ile ishal gibi belirtiler görülebilir. Zehirlenen kişi en yakın sağlık kuruluşuna götürülmeli.”

Patatesin, hangi ortamda saklanırsa saklansın, çok uzun süre bekletildiği zaman yapısı gereği çimlendiğine dikkati çeken Doç. Dr. Budak, özellikle havaların ısındığı bu mevsimde, patates için uygun saklama ortamları bulmanın zorlaştığını kaydetti.

SOĞUK, NEMSİZ VE IŞIKSIZ ORTAMDA SAKLANMALI
Çimlenmenin neden olduğu sorunların önlenmesi için patatesin saklama süresinin kısa tutulması gerektiğini vurgulayan Budak, “Patates ne kadar soğuk, nemsiz ve ışıksız ortamda kalırsa o kadar süre çimlenmeden kalabilir, ancak yapısı gereği bir süre sonra çimlenmeye başlar. Şartlar ne olursa olsun patates bahar aylarında çimlenmeye başlar. Herşeye rağmen çimlenen patates tüketilecekse, patatesin mutlaka çimlenen bölümleri ve yeşilimsi tabaka iyice kesilmeli, soyulan patatesten dikkatlice ayrılmalıdır” diye konuştu.

Bilgisayar başında çalışanların hastalığı



“Karpal Tünel Sendromu” (elde sinir sıkışması), eskiden ev kadınlarında görülüyordu, şimdi ise bilgisayar kullanıcılarının hastalığı oldu. Nöroşirürji Uzmanı Doç. Dr. Başar Atalay, bu hastalığa yakalananların sayısının hızla arttığını söylüyor.

El bileğinin bir hastalığı olan Karpal Tünel Sendromu, eldeki sinirin sıkışması ile ortaya çıkıyor. Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Nöroşirürji Uzmanı Doç. Dr. Başar Atalay, bu hastalığın özellikle kadınlarda çok sık görüldüğünü belirterek ”Karpal Tünel Sendromu, İngiltere’den literatüre çamaşırcı kadın hastalığı olarak girmiş bir hastalıktır. Eskiden devamlı ev işi yapan kadınlarda çok görülüyordu ama günümüz toplumunda elini çok fazla kullanan kişilerde örneğin bankacı hastalarımızda, müzisyenlerde sık rastlıyoruz” dedi.

Doç. Dr. Atalay, bu hastalığın belirtilerini ise şöyle sıralıyor: “Avuç içinde bir uyuşma ve ağrı oluşuyor. Bu uyuşma ile ağrı bazen uykudan uyandıracak kadar rahatsız ediyor. Bu kişiler genellikle uyuşma nedeniyle ellerini sallarlar. İlerlediği durumlarda hayat kalitesini bozan bir hastalıktır.”

Ödem nedeniyle de bu hastalığın oluştuğuna dikkat çeken Doç. Dr. Atalay, guatr ve şeker hastaları ile yumuşak doku rahatsızlığı olanlarda, böbrek yetmezliği hastalarında, romatizmal hastalıklarda da bu hastalığa rastlandığını belirtiyor.

ADALE ERİMESİNE DİKKAT!
Karpal Tünel Sendromu’nun hafif, orta ve ağır olmak üzere üç seviyede ortaya çıktığını söyleyen Doç. Dr. Başar Atalay, hastalığın tedavisini de şöyle anlatıyor:
“Hafif düzeydeyse istirahatle düzelebiliyor ama orta ve ağır vakalarda uzun süre içinde düzelmeyecek kadar sinir baskısı ortaya çıkabiliyor. EMG (sinir iletim testi) testi ile sinirlerin iletim durumuna bakıyoruz. Elimizde pozitif bir kanıt olması lazım. Sinir iletisi belirli değerlerin altında ise o zaman ameliyat yapılması uygun olur. Kasta erime olabiliyor. O zaman da bir takım ince hareketleri yapmak engellenmiş oluyor. Böyle durumda elde küçük bir kesi açarak oradaki bağ dokusunu sinirin geçtiği yerden gevşetiyoruz. Bunu lokal anestezi ile yapıyoruz. Hasta, hastanede yatmıyor. Bir gün sonra pansuman yapıyoruz. Ortalama bir hafta sonra normal olarak ellerini kullanabiliyorlar. Ağır ev işi yapmak ve valiz taşımak gibi eli zorlayıcı işler yapmamak gerekiyor. Bilgisayar kullananlar için de eli dayamak için kullanılan destek yastıkçıları öneriyoruz.”

24 Nisan 2008 Perşembe

Saç Dökülmesi



Saçlar hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Her bir saçın yaşam döngüsü vardır. Bunlar yaklaşık olarak üç yıl ya da daha fazla süren aktif dönem, hemen bunu izleyen ve birkaç gün süren geçiş dönemi ve ardından da üç ay kadar devam eden dinlenme dönemidir. Saçlar günde yaklaşık olarak 1/3 mm uzar. Fizyolojik olarak bir gün içinde ortalama 100 kadar saç dökülmesi söz konusudur.

Saç dökülmesini tanımlar mısınız?

Saç dökülmesine tıp dilinde alopesi adı verilir. Saçların insan yaşamı için yaşamsal önemi yoktur ancak çok önemli psikolojik işlevleri bulunur. Özellikle kadınlarda büyük stres yaratabilir.

Saç dökülmesine yol açan etmenler nelerdir?

Saç dökülmeleri nedbesiz (skarsız) veya nedbeli (skarlı) olabilir.

Skarsız olan alopesilerin en sık görülen nedeni androgenetik alopesi lerdir. Saçlarda incelmeyle başlayan hastalık erkeklerde daha şiddetli seyreder. Zemininde ırsi bir yatkınlığın olduğu düşünülmektedir. Tedavisinde bazı hormonal ilaçlar kullanılır. Halk arasında yanlış olarak saçkıran adıyla bilinen önemli bir skarsız alopesi nedeni de alopesi areata dır. Bu hastalığın en sık görülen şeklinde saçlı deride odaklar halinde saç dökülmeleri vardır. Vücudun savunma sistemlerindeki yetersizlik sonucunda bazı enfeksiyon odaklarının tetiklemesiyle ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kendiliğinden de düzelebilen hastalığın şiddetli şekillerinde kortizonlu ilaçlar ve ışık (PUVA) tedavisi kullanılabilir. Bu hastalıklar haricinde Telogen effuvium denilen aktif dönemdeki saçların bir anda ve çok sayıda dinlenme dönemine geçmesi ile gelişen bir tablo vardır. Burada yaygın bir saç dökülmesi olur. Saçlar 3-4 ay içinde incelir ve seyrekleşir. Yenidoğan döneminde ve doğum sonrasında fizyolojik olarak görülebilir. Bundan başka siddetli enfeksiyon hastalıkları, ağır seyirli müzmin hastalıklar, büyük cerrahi girişimler, tiroid bezinin az çalışması, sara hastalığı için kullanılan ilaçlar, hormonlar ve ağır metaller böylesi bir tabloya neden olabilir. Tedavisinde bu tabloya yol açan etmenlerin ortadan kaldırılması esastır. Bunlardan başka demir, protein, çinko eksiklikleri, radyasyon tedavisi, frengi hastalığı ve mantar hastalıkları skarsız saç dökülmelerine yol açabilmektedir. Özellikle kadınlarda saçların arkada topuz yapılması veya güneş gözlüklerinin sürekli olarak bir saç tutacağı gibi kafada tutulmasının da gerginlik tipi alopesiye neden olabileceği unutulmamalıdır.

Skarlı alopesilerde ise saç kökü tahrip olduğundan skarsız alopesilerdeki gibi saçların yeniden gelme olasılığı söz konusu değildir. Şiddetli yaygın kimyasal veya termal yanıklar, deri kanserleri, ışın tedavileri, bazı şiddetli mantar enfeksiyonları ile bazı ciddi dermatolojik hastalıklar sonucunda görülebilirler.

Sonuç olarak ne söylenebilir?

Saç dökülmesi hangi nedene bağlı olursa olsun eğer bir kişi böyle bir durumdan yakınıyor ise hiç paniğe kapılmadan bir Deri Hastalıkları (Dermatoloji=Cildiye) uzmanına başvurmalıdır. Bazen çözümün çok basit olabileceği unutulmamalıdır.

Yaz Sıcakları ve Gebelik



Gebelik !
Kutsal, gururlu ve zor !!! Hele de yaz sıcaklarında...

Anne adayının her yönüyle kendisine daha çok dikkat etmesini gerektiren bir dönemdir gebelik. Sağlıklı bir bebek sahibi olabilmek ve rahat bir gebelik geçirebilmek her annenin ve babanın arzusudur. Bu sadece yaşadığımız topluma sağlanacak bir katkı değil, aynı zamanda tüm evrene de bir kazanç olarak kaydedilecek bir uğraşıdır.

Çevresel faktörler özellikle gebelik döneminde kadınları diğer zamanlara göre daha fazla etkiler. Sadece kadınları mı ? Bütün evi etkiler, Toplumun olduğu gibi ailenin de temel direği olan kadını etkileyen her şey hepimizi etkiler.
Özellikle yazın sıcak aylarında gebeliğin getirdiği yük biraz daha ağırlaşır. Bu dönemde anne beslenmesine, giyimine, temizliğine daha çok dikkat etmelidir. Çünkü sıcak ek bir yük olarak gebeliğe eklenir.

Yeryüzüne ulaşan güneş - ya da ultraviyole - ışınlarının insan ve insan derisi için pek çok faydasının yanısıra gözardı edilemeyecek zararları da vardır. Yaşamın diğer dönemlerinde olduğu gibi gebelik döneminde de güneşten bilinçli şekilde yararlanılmalıdır. Tüm biyolojik olayların başlaması ve sürdürülmesi, kemik yapımına yardım eden vitamin D’ nin üretimi, hastalık yapan mikropların yok edilmesi ve insan psikolojisine olumlu etkileri ile güneş ışınlarının yaşamsal gerekliliği tartışılamaz. Ancak bu ışınların güneş yanığı, deri kanseri oluşumu, çeşitli alerjik reaksiyonlar ve erken deri yaşlanmasına yol açtığı, hele de ten rengi açık olan insanlarda bilinen gerçeklerdir. Bu nedenle gebelerin, özellikle 11.00-15.00 saatleri arasında güneş ışınları daha dik ve etkili geleceğinden, gün ortası saatlerde dışarı çıkmamalarında fayda vardır. Geniş kenarlı şapkalar, güneş ışınlarını yansıtan açık renkli giysiler ve sağlıklı güneş gözlüklerinin kullanılması yararlı olur. Yaz aylarında herkesin ve özellikle yüksek risk grubunda olan gebelerin, bilinen güneşin zararlı ışınlarının köyü etkilerini azaltan koruyucu kremleri kullanmak gebeliğe zarar vermez, aksine koruyucu etkileri gebeyi rahatlatacaktır. Bu arada bu çok faktörlü kremlerin çocuk, hatta bebeklerde de kullanılması yararlı olacaktır. Yazın özellikle güneş ışınlarından yararlanmak için, ışınların dik gelmediği, şiddetinin daha az olduğu sabah ve öğleden sonra güneşlenmek, gebelik döneminde daha çok tercih edilmelidir.

Güneş sadece ışınları ile değil, ısısıyla da dünyamıza yarar sağlamaktadır. Ancak bu her zaman herkese uygun olmaz, örneğin gebelikte zaten az da olsa yükselmiş vücut ısısı nedeniyle yaz sıcakları gebeliği yorucu hatta bazen riskli kılar. Sıcaklık artışları kan basıncının da artmasına neden olabilir, yada buna eğilim varsa ortaya çıkarabilir. Bu nedenle gebelerin günün sıcak saatlerinde korunmasız olarak dolaşmaları, kan basıncında artışlara ve bunun neden olabileceği istenmeyen hastalıklara yol açabilir. Bu nedenle yazın ter emici, rahat, hafif, kolay değiştirilebilir ve yıkanabilir giysilerin tercih edilmesi gerekir.

Aşırı sıcaklarda gebelerin dikkat etmesi gereken bir diğer önemli konuda besin zehirlenmeleridir. Özellikle yaz aylarında yiyecekler hızla bozularak, toksin ve bakteri oluşumuna neden olurlar. Açık yerlerde satılan ve temiz izlenimi vermeyen gıdaların tüketilmemesi oluşabilecek hastalıkların önlenmesinde önemli yer tutar.
Gebeliğin ilerleyen dönemlerinde sık sık, ancak azar azar yemek yemek yararlıdır. Bu yemek düzeni yazın daha da önem kazanır. Böylece gebeliğe bağlı olarak büyüyen rahimin basınç etkisi azaltılacak, mide yanması gibi yakınmalar olmayacak ve zaten ileri gebelik dönemlerinde zorlaşan nefes alıp verme bir kat daha zorlaşmayacaktır.
Yaz aylarında bol miktarda sıvı gıdalar tüketilmeli, terlemeyle vücuddan eksilen tuz ve su muhakkak alınmalıdır. Teleme ile kaybedilen tuz ve mineraller, dengeli bir şekilde daha çok taze meyveler ile karşılanmalıdır. Gebelikte süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi yararlıdır, gerek protein ve gerekse mineraller özellikle kalsiyum bu yolla sağlanabilir. Yağlı gıdalardan kaçınmak hele de yaz sıcaklarında kaçınmak gerekir. Terleme ile kaybedilen sıvının yerine konması anne adayı ve bebek için çok önemlidir. Günde en az 2,5 litre sıvı alınması gereklidir yazları. Ancak daha çok su tüketmenin yararları daha fazladır. Taze meyve suları kolalı ve kutu meyva sularına tercih edilmelidir. Bilindiği gibi çoğu kutu meyve sularında çabuk bozulmalarını önlemek amacıyla konulan özellikle anne karnında gekişmekte olan bebeğe zararlı kimyasal maddeler vardır, bu nedenle tüketilmeleri sakıncalı olur.

Alkol ve sigara kullanmanın ne sağlıkla nede gebelikle bağdaşmadığını bir kez daha hatırlatmakta yarar var ! !

Sıcakta terlemeyle birlikte deride birçok bölge nemli kalacağı için mantar enfeksiyonlarına yaz aylarında daha rastlanır. Bu nedenle özellikle vücudun kıvrımlı bölgeleri kuru tutulmaya çalışılmalı ve sık sık ılık duşlar yapılmalıdır. Özellikle vajinal enfeksiyonlar erken doğuma yol açabileceği için vajinal akıntılarda veya idrar yolları iltihabını düşündürecek bulgular – idrar ederken yanma, koyu ve kokulu idrar etme, sık sık idrara çıkarma gibi – varlığında hemen hekime başvurulmalıdır.

Hastalıklar ortaya çıkmadan önlenmesi her zaman daha kolay ve daha az yorucudur. Çok küçük noktalara dikkat edilerek ileri de oluşabilecek sorunlar engellenebilir.
Sağlıklı ve mutlu gebelikler.......

Bitkilerle Tedavi (Fitoterapi)



Bitkileri kullanarak hastaları tedavi etmek yaklaşımı şeklinde açıklanabilen “fitoterapi” teriminin ilk kez, 1870-1953 yılları arasında yaşamış Fransız hekimi Henri Leclerc tarafından La Presse Medical adlı dergide kullanıldığı iddia edilmiştir. Oysa, bu tarihten çok önceleri, her ne ad altında olursa olsun, bitkilerin sağlığı korumak veya geri kazanmak için tarihin her döneminde, her toplum tarafından kullanıldığını görmekteyiz.

Bu konuda ilk yazılı belge olan M.Ö.3000 yıllarına ait Ninova Tabletleri, Mezapotamya' da kurulan Sümer, Akat, Asur medeniyetlerinde bitkisel ve hayvansal ilaçlarla tedavilerin mevcut olduğunu kanıtlamaktadır. M.Ö. 2500 yıllarında Çin Tıbbıyla paralel bir gelişme içinde olan Hint Tıbbının önemli temsilcilerinden, günümüzde halen geçerliliğini sürdüren bir tıp akımına (Ayurveda Tıbbı) isim veren, Rig Veda, eserlerinde 1000'e yakın şifalı bitkiden bahsetmiştir. M.Ö. 1500 yıllarına ait Eber Papiruslarında Mısırdaki bitkisel tedaviler ve mumyalama teknikleri anlatılmış, o günlerde yaygın olan amipli dizanteriye (kanlı ishal) karşı koruyucu olduğuna inanılan soğan ve sarımsağın, günlük yemeklerinde yeterli miktarda olmaması nedeniyle piramit inşasında görev alan işçilerin çalışmayı reddettiklerinden bahsedilmiştir. Yunan Tıbbının önemli isimlerinden Eskulap ve modern tıbbın temeli olarak kabul edilen Hipokrat kitaplarında 400'e yakın bitkisel ilacı anlatmıştır. Bizans döneminde Diascorides 'İlaçlar Bilgisi' adlı kitabı yazmış, bu kitapta Anadolu ve Doğu Ülkelerinin tıbbi bitkileri hakkında bilgilere yer vermiştir. İslam Uygarlığı döneminde, 200'e yakın şifalı bitkiden bahseden, bir kopyası Orhan Gazi Kütüphanesinde bulunan Kitab-al Saydalafi al Tıp adlı kitabın yazarı Ebu Reyhan, 1650' li yıllara kadar referans kitap olarak kabul edilen 800 hayvansal ve bitkisel tedaviden bahseden 'Tıp Kanunu' adlı eseri yazan İbn-i Sina (Avicenna) ve Al Gafini bitkisel tıp konusunda önemli eserlere imza atmışlardır. 16. yüzyıldan sonra Avrupa'da John Gerard, John Parkinson ve Nicholas Culpeper gibi hekimler/eczacılar da bitkilerle tedaviler üstünde çalışmışlardır.

Aynı dönemde (günümüzde hala bazı kesimlerde destek bulan) The Doctrine of Signature (işaret doktirini) teorisi ortaya atılmıştır . Bu teoriye göre bitkinin şekli ve rengi, tıbbi etkilere işaret etmekteydi. Örneğin kalbe benzeyen bir bitki kalp hastalıklarında, kırmızı renkli bir diğeri kan hastalıklarında kullanılmaktaydı.

19-20 yüzyıllarda kimya ve biyokimya bilimlerindeki gelişmeler ilaç sanayisine büyük bir ivme kazandırmış, bu sayede etkinlik, zararsızlık ve kalite prensipleri benimsenerek analitik, toksikolojik, farmakolojik ve klinik çalışmalar sonucu, laboratuarlarda tıbbın ihtiyaçlarına cevap veren pek çok ilaç geliştirilmiştir. Yine de, özellikle geçtiğimiz yüzyılda üretilebilen ilaçların birçoğu ancak bitkisel kökenli olabilmiştir. Örneğin söğüt kabuğundan üretilen asprin, yüksükotundan elde edilen digoksin, kınakına bitkisinden çıkarılan kinin, haşhaştan elde edilen morfin gibi. Günümüzde ise mevcut ilaçların 1/4' i bitkisel kökenlidir ve bunların bir çoğunda bitkiden elde edilmek istenen etken madde, laboratuar ortamında kopya edilmektedir.

Son yıllarda sentetik ilaçlarla meydana gelebilen ciddi yan etkilerin yol açtığı medikal ve ekonomik sorunlar, “yaratıcıları” arasında uluslar arası ilaç sanayiinin de yer aldığı, endüstrileşmiş ülkelerdeki çevre kirliliğinin güçlendirdiği ekolojik yaklaşımlar ve hareketler, küratif tedavileri henüz mümkün olmayan bir çok kronik hastalığın oluşturduğu tehdit ve doğallığın her zaman etkili ve yan etkiden arınmış olduğu düşüncesi gibi bir çok faktöre bağlı olarak bitkisel tedavi tekrar popüler hale gelmiştir. 1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde bitkisel ilaçların satışının bir önceki yıla göre %59 'luk bir artış göstermiş olması , hastaların %3-5’lik bir bölümünün temel tedavi olarak sadece bitkisel tedavi alıyor olması, bu tedaviler için yalnız Amerika’da yılda 3,24 milyar dolar, İngiltere'de 40 milyon sterlin harcanması, Dünya Sağlık Örgütü’nün insanların %80'inin doğal tedaviye inandığını açıklaması bu popülaritenin iyi bir göstergesidir. Halen bitkisel ilaçlara gönül veren bir çok hasta bitkisel ilacını, aktardan aldığı bitkiden veya bitki parçalarından kendi mutfağında hazırlar ve genelde doktora veya diğer bir uzmana danışmadan kullanır. Diğer yandan, sentetik ilaç üretimi kalitesinde ve standartlar temelinde bitkisel ilaç üreten firmaların sayısı da giderek artmaktadır.
Herbalistler (bitkisel tedavi uzmanları) bitki tedavisinde, sadece etken maddenin izole edilip verilmesini amaçlayan tedavinin aksine, maksimum etkinin bir bütünsellik içinde ortaya çıktığını, bitkinin tüm bileşenlerinin olumlu etki üzerinde bir payı olduğunu savunurlar. Onlara göre saflaştırılmamış bitkinin kullanımı, bitkiyi oluşturan maddelerin birbirini nötralize etmesi sebebiyle yan etki olasılığını azaltmaktadır.

Ancak, unutulmamalıdır ki, doğal olan her zaman güvenli olan demek değildir. Pek çok bitki yüksek derecede toksiktir ve diğer komplemanter tedavi yöntemleri içinde fitoterapi yan etki ve toksisite yönünden çok daha fazla risk taşır. Yapılan bir araştırmada, Kuzey Amerika’da bitkilerden zehirlenenlerin sayısının hayvanlar tarafından yaralananlardan daha çok olduğu ortaya konmuştur. Literatürde ise kullanılan şifalı bitkilerin bir kısmının hepatotoksik (karaciğere toksik) olduğunu kanıtlayan çeşitli çalışmalar ve zaman zaman ölümcül olduğunu gösteren vaka sunumları bulmak mümkündür. Bu tür bir tedavinin direkt toksik etkisinden başka, hastanın kullandığı diğer konvensiyonel ilaçlarla tehlikeli boyutlarda etkileştiği bilinmektedir. Tabloda bu etkileşimlerden en iyi bilinenler gösterilmiştir.

Çeşitli kuruluşlar bu denli toksik olabilen ve bir o kadar da rağbet gören şifalı bitkilere belli standartlar getirmeye ve fitoterapiyi bir “ototerapi” (kendi kendine tedavi) olma şeklinden çıkarmaya çalışmışlardır. Bu tür girişimlerin en çok yapıldığı ülke İngiltere’dir. Exeter Üniversitesi ve Ulusal Medikal Herbalist Enstitüsü, uygulayıcılar tarafından bildirilen yan etkilerin kaydedildiği bir veri bankası olan ‘yeşil kart’ sistemini oluşturmak için çaba sarfetmektedir. Yine aynı enstitü ve diğer bazı merkezler patoloji, biyokimya, farmakoloji, farmakognozi, fizyoloji, botanik, beslenme, klinik tanı ve diğer komplemanter tedavi yöntemlerini kapsayan 4 senelik bir kurs düzenlemekte ve mezunlarına tüm ülkede geçerli herbalist diploması vermektedir. Benzer çalışmalar Amerika ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde de yapılmaktadır.
Peki bu kadar çabanın amacı nedir? Amerika'da Ulusal Kanser Enstitüsü tarafından, kanserde etkili tedaviyi bulmak için yapılan araştırmalarda son 10 yılda incelenen 53.000 maddenin 37.500' ünün bitki (36.000 tanesi kara, 1500 tanesi deniz bitkisi) olması, 1983-1993 yılları arasında tanımlanan ilaçların %40' nın bitkilerden köken alması ve bunların Amerika'da reçete edilen ilaçların %50' sini oluşturması, Almanya'da 7. en çok satan reçeteli ilacın lisanslı Hypericum Perforatum (Sarı Kantaron) preparatı olması tıp çevrelerinin, her ne kadar fitoterapiyi alternatif tıp metotları içinde kabul etseler de, bitkisel 'şifaya' inandıklarını göstermektedir.

Sonuçta, bir tarafta tüm temellerini bilimselliğe oturtmuş günümüz tıbbı, diğer tarafta bilimsellikten/kaliteden uzak kaynaklara dayanılarak, uzman kontrolü olmadan başlanan, standartları belirlenmemiş ilaçlarla yapılan tedavileri bünyesinde bulunduran fitoterapi. Bu manzarada, ikisi arasında çizilmiş hassas sınırı da yadırgamamak gerekir.

Son yıllarda bu durumu değiştirmek için, uluslararası kabul görmüş dergilerde de yayınlanan, bitkilerin etkinliğini kesin olarak ortaya koyan bazı bilimsel çalışmalar yapılmıştır:

Bu çalışmalara rağmen fitoterapi hala güvenliği ve etkinliği tam olarak kanıtlanamamış bir tedavi yöntemidir. Bu yüzden bir bitkisel ilacı reçete ederken veya insanları bu konuda bilgilendirirken basit ancak önemli birkaç kuralı unutmamak gerekir :


Bitkisel tedaviyi ciddi hastalıklarda kullanmayın
Gebeyseniz veya gebe kalmayı düşünüyorsanız bitkilerden uzak durun
Bebek emziriyorsanız bitkisel ilaç almayın
Bebeğinize bu tür ilaçları kesinlikle vermeyin
Alkol alıyorsanız veya geçirilmiş bir sarılık öykünüz varsa,doktorunuza danışmadan bitkisel tedavilere yaklaşmayın
Bitkileri güvenilir yerlerden alın
Etiketsiz veya etiketinde içerdiği maddeler belirtilmemiş bitki paketleri almayın
Etiketinde ne yazarsa yazsın doğruluğuna %100 inanmayın: Paket listelenmemiş yabancı maddeler içerebilir ve belirtilen maddelerin konsantrasyonları farklılık gösterebilir.
Hiçbir preparatı uzun süre, düzenli bir şekilde kullanmayın
Başka bir ilaç kullanıyorsanız doktora başvurmadan bitkisel ilaca başlamayın

Sonuç olarak bitkiler bahçemizi süsler, soframıza renk, hayatımıza ilginçlik ve estetik bir tat katar, kimisi iyi bilinir, kimisi ekzotiktir. Bir kısmı terapötik olabilir ama hepsinin toksik olma riski vardır.

Hazırlayanlar :Dr. Kerem Gün, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. M. Zeki Karagülle, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Başkanı

Popüler Yayınlar

Related Posts with Thumbnails
Pasta Tarifleri

Uyarı

Bu site yayınlanan sağlık ile ilgili bilgiler , ziyaretçilerini bilgilendirmek amacıyla yayınlanmaktadır. Burada yayınlanan yazıların tamamı bilgilendirme amaçlı olup, hiçbir şekilde hekim muayenesi ve konsültasyonunun yerine konulmamalı, hastalık ve diğer sorunlara yönelik teşhis ve tedavi amaçlı olarak kullanılmamalıdır. Sağlığınızla ilgili acil durumlarda, bekleme süresi sağlığınızı olumsuz yönde etkileyebileceği için, zaman geçirmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmanızı öneririz.
Genel Kişisel Web