30 Mart 2008 Pazar

SOĞUK ALGINLIĞINA BİTKİSEL ÇÖZÜMLER

Isırganotu: Çok yönlü ısırgan otu bedenin savunma sistemlerini güçlendirir ve soğuk algınlığının bulaşmasına karşı önlem olarak kendini yeterince kanıtlamıştır.
Yarım tatlı kaşığı ince kıyılmış ısırganotu yaprağı, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır ve yarım dakika demlendikten sonra süzülür. Günde iki litreye yakın miktarda ısırganotu çayı rahatlıkla içilebilir. Bu amaçla demlenen çay bir termosta sıcak durumda muhafaza edilebilir.
Civanperçemi: Yarım tatlı kaşığı ince kıyılmış civanperçemi, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır ve yarım dakika demlendikten sonra süzülür. Gün boyunca 3-4 bardak taze demlenmiş civanperçemi çayı soğutulmadan yudumlanır.
Ihlamur: Yarım tatlık kaşığı ince kıyılmış ıhlamur, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır ve yarım dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 3-4 bardak taze demlenmiş ıhlamur çayı, balla tatlandırılarak elden geldiğince sıcak içilir.
Ev reçetesi: 10-15 dakikalık sıcak ayak banyoları yapılır. Su dayanılabilecek kadar sıcak olmalı ve sürekli sıcak su eklenerek soğuması önlenmelidir.
İsveç Şurubu: Soğuk algınlığında, bir kaşığa İsveç Şurubu damlatılır ve açık ağızla şurubun kokusu içe çekilir.
Civanperçemi çayına eklenerek günde 3 çay kaşığı şurup alınır. Öğünlerden yarım saat önce yarısı ve yarım saat sonra öteki yarısı içilen yarım bardak bitki çayına bir çay kaşığı şurup eklenir. Böylece, üç öğünde toplam 3 çay kaşığı İsveç Şurubu içilmiş olur

Bahar aylarında saman nezlesine dikkat



Bahar aylarında sık görülen saman nezlesi (alerjik rinit) hastalığı birçok kişinin yaşam kalitesini bozuyor.

Toplumun yüzde 20'sini etkileyen bu hastalıkla ilgili Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Süreyya Şeneldir, "Rinit, burun iç kısmını döşeyen ve mukoza adı verilen dokunun iltihabi reaksiyonudur. Rinitlerin yaklaşık yarısı alerjiye bağlıdır. Alerjik rinit, ortamda bulunan bir alerjenin, nefes alma sırasında burna alınıp, burnun iç yüzeyine yapışması ile bu alerjene karşı hassasiyeti olan kişilerin burnunda mikrobik olmayan bir iltihap sonucu ortaya çıkan şikayetler ve bulgulardır. Hastalık, ilk dönemlerde yanlış bir isimlendirme ile 'saman nezlesi' olarak tanımlanmış, daha sonra hastalığın polenlerle ilgili olduğu belirlenmiş ancak 'saman nezlesi' terimi kullanılmaya devam edilmiştir" dedi.

Genelde 1-20 yaş arasını etkiliyor

Şeneldir, 'Alerjik rinit'in görülme sıklığı konusunda ise "En sık görülen alerjik hastalıktır. Toplumun yaklaşık yüzde 20'sini etkilemektedir. Her yıl çok sayıda insan alerjik rinite yakalanmaktadır. Bazıları çok hafif atlatırken bazıları için çok ağır geçmekte, işlerini engelleyerek yaşam kalitesini bozmaktadır. Hastalık her yaşta ortaya çıkabilir ancak genelde 1-20 yaş arası başlar. Çoğunlukla ailede aynı ya da benzeri hastalıklar mevcuttur" dedi.

'Alerjik rinit'in belirtileri konusunda Şelendir, "Burunda kaşıntı, sulanma (şeffaf), hapşırma, aksırma nöbetleri, damakta kaşınma, öksürük ve boğaz ağrısı, boğazı temizleme isteği, gözlerde sulanma ve kaşıntı n temel belirtilerdir" diye konuştu. 'Alerjik rinit'in çeşitleri konusunda Şelendir şunları söyledi:

Coğrafi bölge ve iklimle yakından ilgili

"Mevsimsel Alerjik Rinit: Ağaç poleni, çayır poleni ve yabani ot polenlerine karşı alerji gelişmesi sonucunda ortaya çıkar. Şikâyetler bu alerjenlerin atmosferde yoğun olduğu dönemlerde belirgindir. Hastalığın yıl içindeki süresi coğrafi bölge ve iklim ile yakından ilişkilidir. Polen mevsimi dışında hastalar genelde rahattır.

Yıl Boyunca Devam Eden Alerjik Rinit: Alerjenlere temasın yıl boyu devam ettiği ve şikâyetlerin genellikle tüm yıla yayıldığı alerjik rinit şeklidir. Neden olan alerjenler ev tozu akarları (mite), hamamböcekleri, ev hayvanı alerjenleri (kedi, köpek, hamster gibi) ve mantar sporlarıdır (küf). En önemli alerjen ev tozu akarlarıdır (mite). Hastanın yaşadığı ortamda sürekli olarak akar alerjenlerine maruz kalması şikâyetlerinin yıl boyu devam etmesine neden olur. Hamamböcekleri de önemli bir ev içi alerjen kaynağıdır. Alerjisi olanlar, hamamböceği alerjenlerine maruz kaldıklarında rinit şikayetleri ortaya çıkmaktadır.

Diğer bir ev içi alerjen ise ev hayvanı alerjenleridir. Özellikle kedi antijenleri çok önemlidir. Bulaştığı ortamda aylarca varlığını devam ettirebilir. Sadece ev içinde değil, okul, işyeri ve toplu taşıma araçlarında da yüksek düzeylerde tespit edilmiştir. Ayrıca mantar (küf) alerjisi olanlarda, ev içi mantarlara maruziyet şikâyetleri tetikleyecektir.

Mesleksel Alerjik Rinit: Çalışma ortamındaki alerjenlere ya da irritan (tahriş edici) maddelere bağlıdır. Hapşırma, burun akıntısı ve burun tıkanıklığı gibi alerjik rinit bulguları çalışma ortamına girdikten sonra ortaya çıkar. Hastalar hafta sonlarında ve tatillerde rahattır".

Hamilelere diş sağlığı uyarısı



Diş hekimi Nazan Bozkurt, hamile kalmak isteyen ve hamile olan bayanların ağız-diş sağlıklarına daha çok özen göstermeleri konusunda uyararak, "İlk 3 aylık dönemde bebeğin organ gelişimi olduğu için diştaşı temizliği istenmeyen sonuçlar doğurabilir" dedi.

Medicana Bahçelievler Diş Hastanesi'nden Diş Hekimi Nazan Bozkurt, hamile olan veya hamile kalmak isteyen bayanları ağız ve diş sağlığı konusunda bilgilendirdi. Bozkurt, hamilelik döneminde hormon seviyelerinin değişimine bağlı olarak diş ve dişetlerinde hassasiyetin arttırdığını belirterek, "Bu dönemde gereksiz tedavilerden kaçınmak için hamilelik öncesinde gerekli tetkik ve tedavilerin yapılması ve devamında kontrollere devam edilmesi önemlidir" dedi.

Hamileliğin özellikle ilk 3 ayında gerekmiyorsa, enfeksiyona neden olmamak için diştaşı temizliğinden bile kaçınmak gerektiğini söyleyen Bozkurt, bu dönemde oluşacak enfeksiyon sonucu ortaya çıkan bakteriyemi nedeniyle bebeğin organ gelişiminin olduğu özellikle ilk üç ayda istenmeyen sonuçlar oluşabileceğine dikkat çekti.

Bozkurt, hamileliğe bağlı olarak değişen hormon seviyeleri ,dişeti sorunlarını doğrudan ,diş çürüklerini ise endirekt olarak etkilediğini söyleyerek, hamileliğin erken safhalarında dişetlerinde şişlikler ve kızarıklıkların gözlenebileceğine dikkat çeken Bozkurt, "Bu şekildeki diş etleri oldukça hassastır ve kolayca kanar. Hamilelik gingivitisi , genellikle hamileliğin ikinci ayında başlar, sekizinci ayında en üst seviyeye çıkar, doğumdan sonra kendiliğinden iyileşir. Ancak düzenli ağız-diş bakımı
yapmayan kişilerde oluşan ve diş etinin tahrişine neden olan bakteri plağı ya da diştaşı gibi etkenler hamilelik gingivitisi tablosunu daha ciddi boyutlara taşıyabilmektedir. Hamilelikte her çocukta bir dişin kaybedileceği yönündeki hurafelere inanmamak gerekir, çok yanlıştır. Çünkü hamilelikte, çocuk annenin dişlerindeki kalsiyumu alamaz, böyle bir şey söz konusu değildir. Hamilelik esnasında annenin dişlerinden kalsiyum kaybı olduğuna dair herhangi bir bilimsel kanıt yoktur. Bu dönemde bebeğin ve annenin
kemiklerinin sağlıklı olabilmesi için annenin günlük ortalama 1200-1500 mg kalsiyum alması gerekir. Anne adayının hamilelikte süt-süt ürünleri ve bol yeşil yapraklı kalsiyumdan zengin sebzelerle beslenmesi gerekir. Eğer gıdalarla alınan kalsiyum yeterli değilse bebek için gerekli olan kalsiyum annenin kemiklerinden sağlanır" ifadelerini kullandı.

Medicana Bahçelieveler Diş Hastanesi'nden Diş Hekimi Nazan Bozkurt, hamilelik döneminde dikkat edilmesi gereken hususları da şöyle sıraladı:

"Hamileliğin ilk üç ayında bebeğin organ gelişimi evresi olan ilk üç ayda mümkün olduğunca dental tedavilerden kaçınılmalıdır.Eğer mutlaka tedavi gerekiyorsa anne adayının jinekoloğu ile görüşüp düşük riskinin varolup olmadığı öğrenilip tedavi ona göre şekillendirilir. Mümkünse tedavi ikinci üç ayda gerçekleştirilir. Hamilelik esnasında günlük ağız-diş bakımı asla kesintiye uğramamalıdır. Hamilelik esnasında oluşan hormon artışı ağız mukozasını dış etkenlere karşı özellikle bakteri plaklarına karşı
daha hassas yapar. Günde iki kez diş fırçası ve diş ipi kullanılarak etkili diş bakımı yapılarak plak birikimine engel olunmalıdır. Ağız gargaraları yada ılık tuzlu su ile gargara yapılarak dişetlerinin rahatlaması sağlanır ve hassasiyeti azaltılır. Hamilelik döneminde kusma oluyorsa hemen ağız bol suyla çalkalanmalıdır. Hemen diş fırçalama yapılmamalıdır. Çünkü kusma sonucu oluşan mide asidi, fırçalama etkisi ile beraber dişlerde aşınmalar oluşturabilir. Ancak kusmadan bir saat sonra dişler fırçalanmalıdır. Hamilelik esnasında mümkün olduğunca ilaç kullanılmamalıdır. Kullanılması gerekiyorsa anne adayının jinekoloğu ile görüşülüp gerekli ilaç verilmelidir. Dental tedavilerde kullanılan lokal anesteziklerin üretici firmanın önerileri doğrultusunda kullanıldığı taktirde herhangi bir sakıncası yoktur. Hamilelik esnasında tetrasiklin grubu ilaçların alımına bağlı olarak bebeğin dişlerinde giderilemeyecek renkleşmeler oluşur. Kesinlikle bu tür ilaçların alımından kaçınılmalıdır. Ağrı kesici kullanmada dikkatli olunmalıdır. Doktorunuzun vereceği ilaç dışında herhangi bir şey kullanılmamalıdır. Diş hekimliğinde kullanılan röntgen makinelerinde her ne kadar radyasyon oranı düşük olsa da röntgen çekiminden kaçınılmalıdır. Zorunluluk yoksa bu işlem doğum sonrasına ertelenmelidir. Eğer çekilmesi gerekiyorsa anneye özel koruyucu önlük giydirilmeli, hızlı film ve düşük doz uygulaması yapılmalıdır."

Hamilelik döneminde dişlerin neden çürüdüğüne açıklık getiren Bozkurt, "Hamilelik döneminde vücuttaki dengenin bozulması dişlerin çabuk çürümesine uygun bir ortam oluşturur. Bu dönemde tatlıya, abur-cubura olan düşkünlük artar. Bu gıdalar alındıktan sonra fırçalama yapılmazsa ağızda bakterilerin üremesi için uygun ortam hazırlanmış olur, dolayısıyla diş çürüklerinde de artma olur" dedi.

Gebelik döneminde diş tedavileri için ideal dönemin hangisi olduğu konusunda bilgi veren Bozkurt, "Trimestyr olarak adlandırılan 3-6 aylar arası dönem gebelik sürecinde diş tedavileri için ideal dönem olarak kabul edilmektedir. İlk ve son trimestırlarda ise zorunlu olmadıkça dental tedavilerden kaçınılmalıdır. Eğer gerekliyse diş filmleri kurşun önlük kullanılarak çektirilebilir. Diş ve dişeti enfeksiyonlarına bağlı olarak kullanılacak ilaçlar muhakkak hekim gözetiminde tercih edilmelidir. Bu dönemde artan östrojen ve progesteron seviyelerine bağlı olarak tüm vücutta olduğu gibi ağız ve dişeti dokularında da değişiklikler meydana gelir ve dokuların mikroorganizmalara karşı cevabı daha fazla olur. Özellikle dişeti kanaması olan hamile bireyler muhakkak bir periodontoloji uzmanına başvurmalıdırlar" ifadelerini kullandı.

29 Mart 2008 Cumartesi

ZAYIFLAMA ÇAYI

ZAYIFLAMA ÇAYI
Metabolizmayı dengeleyici olarak, kiloyu dengeleyen, kişiyi rahatlatan, sağlıklı ve genç kalmasına yardımcı olan bir çay. Genel metabolizma üzerinde dengeleyici etki yaparak kiloyu normalleştirir. Yağlanmaya yatkın olan ve zayıflamak isteyen kişilere uygun bir bitki çayıdır

Kullanılması gereken bitkiler:
15g Barutağacı kabuğu,
* Frangula alnus 10g Kuşburnu 15g Tang,
** Fucus vesiculosus, bir tür deniz yosunu 8g Ebegümeci yaprağı 15g Böğürtlen yaprağı 15g Ahududu yaprağı, Rubus ideaus 19g Funda, Calluna vulgaris, çiçek ve yaprak 7g Isırganotu yaprağı 3g Sarı Kantaron, Hypericum perforatum, çiçek, yaprak ve sap
*Almancada Tang olarak bilinen bu deniz yosunu türünün öncelikle sağlığa zararlı olabileceği ve kesinlikle yararsız olduğu için kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. Alman Federal Sağlık Bakanlığı da(BGA) bitkinin kullanılmaması gerektiğini savunmaktadır. Bu bitki yerine, yine iyot içerikli olan orman sarmaşığı yaprağı 5g kullanılabilir.
**Barutağacı kabuğu ülkemizde güvenilir bir bitki satıcısından temin edilmelidir. Ayrıca, Latince adı verilerek yurt dışındaki (örneğin Almanya) eczanelerden de temin edilebilir.)
Zayıflama çayının kullanılışı: Çok ince kıyılmış bitkiler iyice harmanlanır. Yarım tatlı kaşığı bitki karışımı, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır ve yarım dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 1 bardak çayla başlanır, 3 bardağa kadar çıkarılır, dozaj 6 hafta sürdürülür ve kademeli olarak yine günde 1 bardağa inilir. Bu çay, normal kiloya ulaşıldıktan sonra da günde 1 bardak olarak sürekli içilebilir. Zayıflama çayının etkisinin arttırılabilmesi için haftada 1-2 sıcak banyo alınır ve banyo sonunda tüm bedene tam masaj uygulanır. Zayıflama Çayı 1 su bardağı su için 1-2 adet avakado yaprağı 1 çay kaşığı yeşil çay Küçük bir tutam kiraz sapı Küçük bir tutam mısır püskülü 1 çay kaşığı rezene tohumu Hepsi birlikte hafif ateş üzerinde 1-2 dakika kaynatılacak. Fokurdamaya başladıktan sonra altını kapatın. 3-4 dakika demlemeye bırakılacak. Şekersiz olarak içilecek. İster aç karnına ister tok karnına içebilirsiniz

28 Mart 2008 Cuma

Ayurveda Uzmanı Dr. Ender Sarac’tan Zayıflama Önerileri

Ayurveda Uzmanı ve Aile Hekimi Dr. Ender Saraç “Zerdeçal, nane ve yeşil elma kokularını günde 25-30 kere derin derin içinize çekerek, iştah merkezini rahatlatabilir, açlık hissinizi bastırabilirsiniz” Ayurveda Uzmanı (Yaşam Bilgisi) Dr. Ender Saraç, kilolu insanların vücut tiplerine göre beslenerek zayıflamaları gerektiğini söylüyor. Bu konuda “Sağlıklı Zayıflamanın Sırları” adlı bir de kitap yazan Dr. Saraç, bilinçsiz diyet uygulamalarının zararına dikkat çekiyor.
Kalori hesabına dayalı, kısa süreli, klasik diyetlerin handikapları neler?
Artık devir sadece kalori hesabına dayalı klasik diyetle zayıflama devrini geçti. Beden tipinize uygun, yaşa, cinsiyete uygun, mevsime uygun ve yaşamsal özelliklerinize uygunsağlıklı ve bilinçli doğal beslenme var artık. Çünkü sadece kalori hesabına dayalı diyetlerle zayıflıyorsunuz ama sonra verdiğiniz kiloları fazlasıyla geri alıyorsunuz.
Siz hastalarınıza kilo verdirmek için beden tiplerinden yola
çıkıyorsunuz. Bunu biraz açıklar mısınız?
Standart diyetleri doğru bulmuyorum ben. Uzmanlık alanım olan Ayurvedaya göre, belli beden tipleri var. Mesela birçok insan “Ender bey, bütün günü aç geçiriyorum, sadece salata yiyorum, bir türlü zayıflayamıyorum” diye geliyor bana. Yediklerine ve vücut tipine bir bakıyorsunuz; aslında tere, roka gibi yeşil salataları hiç yememesi gerekiyor. Yani açkalıyor ama vücut tipine uygun olan gıdaları yemediği için zayıflayamıyor. Halbuki, doğru bir sisteme geçtiğinizde, tıkır tıkır, sağlıklı bir şekilde kilo vermeye ve sağlığına kavuşmaya başlıyor.
Sizce zayıflama konusunda yaptığımız en önemli yanlış hangisi?
Zayıflama işi biraz disiplin ister. Türk toplumundaki en büyük problem ise, disiplin eksikliği. Diyetleri nisan mayıs aylarında, iki aylık bir heves şeklinde yapıyoruz. Ondan sonra uzun kollu, kat kat giyilmeye başlandığı anda, olayı rafa kaldırıyoruz. Ve sonratekrar dengemiz bozuluyor. Doğru yaşam biçimini edinmez veya doğru beslenme felsefesini benimsemezseniz, en iyi diyetisyenlere, en iyi doktorlara, merkezlere bile gelinse, bir yere kadar işe yarar. Şunu kabul etmek gerek: İki ay çok yoğun diyet yapıp, bıkıp, yorgun düşmek yerine, yılın 12 ayına daha az kurallı, doğru, boğucu olmayanbir yaşam biçimi ve doğru beslenme felsefesi şeklinde yaymak daha sağlıklı.
Sadece bilinçli beslenme yeterli mi?
Bilinçli beslenme işin en önemli ayağıdır. Fakat sadece doğru beslenmeyle olmaz; mutlaka düzenli egzersiz de gerekir. Şok diyetler, açlık rejimleri, zamana karşı yarışan diyetler, tek gıda rejimleri, 10 gün lahana çorbası, karpuz diyeti, karbonhidrat diyeti, sadece protein diyeti, bütün bunlar yanlış. Dengeli beslenilmeli. Ama sadece bilinçli diyetle de olmaz, düzenli egzersiz, yürüyüş yapılmalı. Haftada üç- dört gün,
bir buçuk saat civarında orta sporlar; mesela tempolu yürüyüş, hafif koşu, fitness, aerobik, yüzme, neden zevk alınıyorsa, o spor
yapılmalı.
Spor yapılan saatin herhangi bir önemi var mı?
Evet, var. Ayurvedaya göre, sabah 6 ile 10 ya da 18.00 ile 22.00 saatleri arasında daha çok yağ yakıyoruz. Çünkü bunlar Ayurveda’ya göre vücudun ‘kapha’ saatleri, yani daha çok biriktirme, yağlanma saatleri. Bu saatlerde metabolizmayı ısıttığınızda daha iyi sonuç alınıyor. Egzersizden bıkmamaya çalışın. Çılgınca egzersiz yapmayın, sporu zamana yayın. Çok ağır egzersiz ve çok ağır spor yanlış. Çünkü vücudu hem çok aç olmak savunmaya sokar, hem de aşırı ağır egzersizler savunmaya sokar. Çünkü vücut bunları bir tehdit olarak ele alır. Bu nedenle, mutlaka düzenli yapılan egzersizlere ağırlık vermek lazım.
Sizce zayıflamanın en önemli kriteri nedir?
En önemli şey, bu fikre hazır ve zayıflamaya kararlı olmak. Bana zayıflamaya gelenlere, ilk önce şunu soruyorum: “Hazır mısınız, kararlı mısınız?” Eğer gerçekten hazırsanız ve kararlıysanız bu işe başlayın. Şişmanlıkta şöyle bir şey saptıyorum: İnsanın sinirsistemine bir virüs bulaşmış gibi oluyor, bilgisayar virüsü gibi… Bu virüs sizin kilo vermeniz için gerekli olan doğru davranış, beslenme ve hareket alışkanlıklarınızı olumsuz etkiliyor. “Boş ver şimdi yürüme, sonra yürürsün”, “Bu çikolatalı kek çok güzel; bir
dilim daha ye” gibi uyaranları gönderiyor adeta. Onun için ilk başta bu virüsleri silmek lazım.
Zayıflamaya karar verenlere destek olacak, cesaretlerini artıracak destek yöntemler de var mı?
Evet, bitki çayları, doğal ve bitkisel zayıflama preparatları…
Doğal bitki özlü çayların hepsi zayıflama sürecinde tüketilebilir mi?
Piyasada tanınmış firmaların hazırladıkları form çaylarının formülleri güzel. Günde iki-üç fincan içilebilir. Birkaç hafta içip, ondan sonra ara vermek gerekir. Bunun dışında, mesela gazımız varsa rezene çayı, iştahımız çok fazlaysa ıhlamur çayı, sindirimimiz zayıfsa zencefil çayı, hormon krizlerinden dolayı daha çok yiyorsak adaçayı, metabolizmayı canlandırmak için yeşil çay, bağırsakları çalıştırmak için sinameki çayı, şekerimiz çok yüksekse kekik çayı gibi bitkisel çayları tüketebiliriz.
Diyetlerde baharatların yeri nedir?
Baharatlar çok önemli. Mesela zencefil yağları yakar, zerdeçal karaciğerden toksin attırır,biberiye iyi bir antioksidandır, kekik şekeri düşürür, sarmısak zayıflamaya yardımcı olur. Bir de özel ayurveda tabletleri var. Bunlar, zayıflamaya yardımcı, yan etki oranı son derece düşük olan, güvenilir doğal preparatlar. Bu tabletler de metabolizmayıcanlandırıyor, aynı zamanda kişinin incelmesine ve iştahının azalmasına katkıda bulunuyor.
Kişi zayıflamak istiyor, öğün saati değil ama çok acıktı. Açlığını bastırmak için yapabileceği bir şey var mı?
İştahı azaltan ve zayıflamaya yardımcı bir ipucu şudur: Zerdeçal, nane ve yeşil elma
kokularını günde 25-30 kere derin derin içinize çekerek, iştah merkezini rahatlatabilirsiniz.
Bu karışım tokluk hissi mi yaratıyor?
İştah merkezini sakinleştiriyor. Almanya’da yapılan bir araştırmada yeşil elma ve nane koklayan kişilerin, (bunların aromatik yağları da olabilir) daha hızlı kilo verdiği saptanmış.

ZENCEFİLİN FAYDALARI

Zencefilin Faydaları O kadar çok ki Her evde bulunması gerek
* Zencefil, ameliyat sonrası görülen bulantı ve kusmalara etkilidir.
* Kemoterapide; mide bulantılarının azalmasında kullanılmaktadır.
* Zencefil hamileliğe bağlı bulantı ve kusmalarda da etkilidir. Hamilelere günde 3 taze dilim (25 gr) zencefille demlenmiş çay ya da bu miktarın yemeklerine katılması önerilmektedir. Hamilelerin günlük olarak, bundan daha fazla miktarda zencefili tüketmemeleri tavsiye edilir.
* Şeker hastalarında kan şekerinin dengede tutulmasında etkilidir.

* Zencefil zayıflama tedavisinde etkilidir. Zayıflama tedavisinde kan şekerini dengede tutmakta olan etkisinden dolayı tok tutucu ve metabolizmanın yavaşlamasını engelleyici etkisi ile rahat kilo verimini sağlar. Yazın soğuk limonatalarınıza ilave edebilir, kışın da taze zencefili demleyip çay olarak içebilirsiniz.
* Üst solunum yolu enfeksiyonlarında ve soğuk algınlığında kullanılmaktadır.
* Kolestrolü düşürür ve kanın pıhtılaşmasını engeller.
* Ağrılara iyi gelir, ağrıları azaltır. Zencefilin ağrıkesici özelliğinden dolayı ağrı salgılayan kimyasalları azalttığı düşünülmektedir.
* Sindirimi kolaylaştırır. Yemeğin daha iyi sindirilmesini sağladığından mide ve bağırsak gazı oluşmasını engellemekte etkilidir
* Beynin çalışması ve gücü üzerine de etkilidir. Kan şekerinin dengede tutmaktaki etkisi ile kanda beynin enerji kaynağı olan glikoz yani kan şekeri sürekli kullanılabilir olduğundan pozitif etki etmektedir.
* Zencefilin romatizmal hastalıklar, damar sertliği, mantar hastalıkları, üzerindeki etkileri de son yıllarda araştırılmaya başlanmıştır.
BAĞIŞIKLIĞINIZ MI AZ
* Zencefilli Taze Limonata:1 yemek kaşığı rendelenmiş zencefili 1litre kaynamış suda 1 taşım kaynatın. Altını kapatıp 1 yemek kaşığı bal ilave edip karıştırın.Soğumaya bırakın.1 adet limonu sıkıp bu karışıma karıştırdıktan sonra taze olarak için. Zencefilli limonata; bağışıklık sisteminiz zayıfladığında, kendinizi yorgun hissettiğinizde, soğuk algınlığı ve grip hallerinde önerilen içecektir. Zencefilli limonata sigara içenler, diyet yapanlar için de sağlıklı bir seçimdir.
SOĞUK ALGINLIĞI İÇİN BİREBİR
* Zencefilli Kekik Çayı:1 -2 litre kadar suyu çaydanlıkta kaynatın.Ocağın altını kapadıktan hemen sonra 2 yemek kaşığı rendelenmiş zencefili ve 1 tatlı kaşığı kuru yaprak kekiği ilave edip demlemeye bırakın.Sıcak servis yapın. Servis sırasında arzuya göre bal ilavesi yapın.Özellikle soğuk algınlığı, mide rahatsızlıkları ve diyet sırasında içilebilir.

27 Mart 2008 Perşembe

LİMON YAĞININ FAYDALARI

Limon Yağı
Faydaları:
Nezle grip ve soğuk algınlığına karşı kullanılır. Hafızayı güçlendirir. Boğaz ağrısı, mide yanması, kan temizlemede, böbrek taşında, idrar sökme zorluğunda, bağ dokusu hastalığında kullanılır. Kas kuvvetlendiricidir, mikrop öldürücüdür. Vücuttaki istenmeyen yağların atılmasını sağlar. Tonik olarak kullanılır. Cildi güçlendirir, sivilceleri giderir. Yağlı ciltlerde gerdirme ve yağ salgısının dengelenmesinde faydalıdır. Böcek ve sinek ısırmalarında, kaşıntı ve şişmeleri önler. Kalp ve damar tıkanıklığında açıcı özelliğe sahiptir. Dişlerin beyazlatılmasında kullanılır. Kuvvetli bir antibakteriyeldir.
Kullanılışı ve dozu: Günde 3 defa bir çay bardağı suya veya şekere 2-3 damla damlatılarak alınır. Ayrıca cilde masaj yapılarak kullanılır.
kaynak:netten alıntı

Kız çocuklarının ergenliğe geçiş yaşı düşüyor



Hormonlu yiyecekler ve katkı maddeleri yüzünden kızların ergen olma yaşının 6’ya kadar düşebildiği belirtildi.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Çocuk Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Emre Atabek, kadınlarda ergenliğe geçişin tamamen hormonlarla ilgili olduğunu söyledi.

Çocukların cinsel gelişimini etkileyen hormonların doğumdan sonra bir süre aktif olduğunu belirten Doç. Dr. Atabek, kısa süre içinde bu hormonların etkisini kaybettiğini ve belli bir yaşa kadar sessiz kaldığını bildirdi.

Zamanla bazı etkenlerle hormonların tekrar aktifleşmesiyle ergenlik dönemine geçişin başladığını belirten Doç. Dr. Atabek, şunları kaydetti:
“Bu dönemden sonra hormon düzeyleri artmaya başlar ve cinsel gelişim basamakları ilerler. Günümüzde, ergenliğe ilköğretim çağından önce girenlere de rastlanıyor. Özellikle hormonlu yiyecekler ve katkı maddeleri yüzünden kızların ergen olma yaşı 6’ya kadar düşebiliyor. Bu düşüşte meyve ve sebzelerde kullanılan hormonlar, uzun raf ömrü için tercih edilen katkı maddeleri kadar, plastik, tekstil, boya, yapıştırıcı, elektronik sanayide kullanılan kimyasallar, hava kirliliği gibi hormon bozucular da etkili.”

Hormonlu gıdalar ve katkı maddelerinin östrojenik etkiyi artırdığını ifade eden Doç. Dr. Atabek, “Bu etkiyle henüz oyun dünyası içinde olan çocuk regl olmaya başlıyor. Hormonlu yiyecek yüzünden 6 yaşında ergenliğe geçen kız çocuğu bana geldi. Bunun gibi birçok örnek var” dedi.

BOY UZAMASINA ENGEL OLUYOR
Erken yaşta reglin, boyun uzamasına engel olduğunu bildiren Doç. Dr. Atabek, şöyle devam etti:
“Gelecek nesillerin daha uzun olacağı söyleniyordu, ancak bu durum gidişatı tam tersine çevirecek. Özellikle genç kızların boyları gelecek yıllarda daha kısa olacak. Aynı etkiler nedeniyle sperm bozukluğu yüzünden erkeklerin de boy konusunda sorun yaşaması bekleniyor. Erken ergenlik psikososyal sorunlara yol açıyor. Düşünün, 6 yaşında regl, olan bir kız çocuğu, bu sorumluluğu nasıl üstlensin? Ayrıca ergenliğe erken geçiş nedeniyle henüz çok küçükken göğüsleri büyüyor. Taşıyamıyor, kamburluk ortaya çıkıyor. Bütün bunlar çocuğun sosyal hayattan, arkadaşlarından uzaklaşması anlamına geliyor.”

ERKEK ÇOCUKLARDA DA SORUNLARA YOL AÇIYOR
Doç. Dr. Atabek, çevresel etkilerin erkek çocuklarda da bazı sorunlara yol açtığını belirterek, şunları söyledi:
“Son yıllarda halk arasında ‘doğuştan sünnetli’ olarak bilinen üreme organında deformasyon da çok görülmeye başlandı. Hormonlu yiyeceklerle katkı maddeli gıdalarla beslenen, aşırı kirliliğe maruz kalan annelerin karnında bebeklerin etkilenmesi sonucu bu tür sorun görülüyor. Doğuştan sünnetli çocuklardaki sorun özel ameliyatla düzeltiliyor.”

Prematüre doğanlar daha nazlı oluyor



Norveçli bilim adamları, 22-27 hafta arasında doğan bebeklerin hastalanarak ölme riskinin, normal bebeklere oranla 5 kat fazla olduğunu saptadı.

Norveç’te yapılan araştırmada, vaktinden önce dünyaya gelenlerin çocukken ölme riskinin daha fazla olduğu, yetişkinliklerinde de üreme ihtimallerinin daha düşük olduğu belirlendi.

37 haftadan önce doğan bebeklerin, zamanında doğanlara kıyasla daha çok sağlık ve gelişme problemleriyle karşılaştığı biliniyordu. Ancak prematürelerin uzun dönemde karşılaştığı problemlerle ilgili pek fazla araştırma yapılmadı. ABD’li ve Norveçli bilim adamlarınca yapılan yeni araştırmada 60 bin 354 prematüre doğum incelendi.

Araştırmada çok erken doğanlarda (22 ila 27 hafta) 6 yaşına kadar ölüm oranının vaktinde doğanlara göre oğlanlarda 5 kat, kızlarda ise neredeyse 10 kat fazla olduğu belirlendi. 13 yaşına kadar olan dönemde ise bu oğlanların ölme riskinin normal doğanlara oranla 7 kattan fazla olduğu saptandı. Bu dönemde kızlar arasında ölüm riskinde artış olmadığı saptandı.

28 ila 32 haftada doğan erkek çocuklarının ölüm riskinin normal doğanlara oranla 2,5 kat daha fazla olduğu bildirildi. Bu grupta da kızlarda ölüm riskinde artış saptanmadı.

YAŞAMLARI ÜZERİNDEKİ ETKİ
Bu çocukların yaşamlarının da erken dünyaya gelmiş olmaktan etkilendiği belirtildi. Genel olarak bu çocukların ortaokulu bitirme ve ileride çocuk sahibi olma ihtimallerinin daha düşük olduğu ortaya çıktı.

Araştırma kapsamındakilerden erkeklerin yüzde 14’ü, kadınlarınsa yüzde 25’i çocuk sahibi olabildi. Normal doğanlarda ise bu oranların sırasıyla yüzde 50 ve 68 olduğu hatırlatıldı.

Bununla birlikte bilim adamları, prematüre bebek dünyaya getirenlerin illa kötü bir şey olacak diye endişe etmelerine mahal olmadığını bildirdi. Bilim adamları, araştırma kapsamındakilerin doğum tarihlerinin 1967’ye kadar gittiğini, dolayısıyla bu çocukların modern teknolojinden yararlanmadığını hatırlattı.

Bilim adamları yine de, “araştırmanın prematüre doğumun tahmin edilenden daha büyük bir problem olduğunu gösterdiğini” belirtti.

HÜLYA LEYLA ÇABUKTAN ÖZEL REÇETELER

HERBALİST LEYLA ÇABUKTAN ÖZEL REÇETELER
Leyla Çabuk, kılların dökülme süresine bağlı olarak yeniden çıktığını anlattı ve "Kanın dönüp geldiği yerde stres olduğu zaman saçlar dökülüyor. Stres onun başına vuruyor da sırtına vurmuyor mu? O zaman neden sadece saçlar dökülüyor? Önce inanmıyorlar bana. Şu kadar zaman kullan gel diyorum. Örneğin 20 yılda dökülmüşse saçı 20 ay gibi bir sürede ancak yerine gelir. Birden saçları dökülen erkeklerin ise ürünü kullandıktan sonra yine birden saçları çıkmaya başlar" dedi.
KELLİĞE KARŞI:Aynı yöntem uygulanıyor.Dağlama bitkisi suyu sorunlu bölgeye uygulanıyor.Bu üstteki deriyi dağlıyor.Alttaki deri kendine geliyor.Hücreler yenileniyor.
DOĞAL ALLIK:Yabani böğürtlenden elde edilen su yüze sürülüyor.Bu losyon yüzde pembelik sağlıyor.
MASKELER:Bakla nohut ve fasülye gibi bitkilerin kabuğu alınıp içi eziliyor.Yoğurtla karıştırılıp yüze sürülüyor.
TÜYLER İÇİN:Karadeniz'de yetişen tane bitkisi kandavuz ve zambak'ın kökleri kurutulduktan sonra değirmende çekiliyor.Yaprakları kaynatılıyor.Aknıdırık bitkisi ile tüyler temizleniyor.Sonra üzerine bitki karışımı konuyor.Üç günde kıl kökleri kurutuluyor
kaynak:netten alıntı

İNCİ TOZUNDAN GELEN GÜZELLİK

inci tozu ile yapılan maskeler ve kremler

Araştırmalar sonucunda incinin içinde bulunan bir çok amino asit ve besleyici maddelerin cilt bakımı için mükemmel bir kaynak olduğunu düşünen uzmalar inci tozundan bakım ürünleri geliştirmiş. Eskiden Asya’da hanedan kadınlarının genç görünüm ve güzelliklerini borçlu olduğu inci tozu; protein, yirmiden fazla amino asit ve birçok mineral içeriyor. İnci tozu; kolye yapımında kullanılan gerçek okyanus incilerinin defalarca öğütülüp toz haline getirilmesiyle yapılıyor. Çok ince olan bu toz, gözeneklerin içine nüfuz ederek cilt tarafından kolayca absorbe ediliyor.

İnci tozundan üretilen maske cildi derinlemesine temizliyor, pürüzsüz ve elastik olmasını sağlıyor, kırışıklıkların oluşumunu önlemeye yardımcı oluyor. Haftada iki kere uygulanması tavsiye edilen ürünler % 100 doğal ve hiç bir katkı maddesi içermiyor.

inci tozundan yapılan ürünler arasında her cilt tipine uygun nemlendirici, temizleme sütü, göz jeli ve göz kremi bulunuyor. Maskeyi erkekler de rahatlıkla kullanabiliyor. Kolojen yapı taşları ve proteinler değişik görevler üstlenerek cildin taze ve pürüzsüz olmasını sağlarlar.İnci, aynen insanın cilt dokusu gibi, mineral tabanlı organik yapısında İçerdiği mineral ve amino asitlerin zenginliği açısından özellikle Güney Asya Denizi'nde yetişen istiridyelerden elde edilen incilerle üretileninci tozu ürünleri cildin iyileşme hızının artmasına kırışıklıkların önlenmesine, cildin parlaklık kazanmasına,pürüzsüz bir cildin oluşmasına, cildin güneş ışınlarından korunmasına, hücre yenilenmesine, cildin elastiklik kazanmasına,dolaşımın hızlanmasına, cildin doğal renginin korunmasına, porların küçülmesine, aknelerin küçülmesine , ölü hücrelerin atılmasına, kızarıklıkların azalmasına, çillerin belirginliğinin azalmasına yardımcı olur.
kayanak:netten alıntı

26 Mart 2008 Çarşamba

KÜÇÜK GÖĞÜSLERE BİTKİSEL ÇÖZÜM

*Tıptaki gelişmeler doğal maddelerle göğüs büyüten,hiçbir riski olmayan ameliyatsız bir tedavi alternatifi ortaya çıkardı.Kadında hormon metobolizmasında dengeleyici etkisinden dolayı uzun yıllardır kullanılan yan etkisiz 8 bitkinin uyumlu kompozisyonu ile elde edilen preparat(probust) bugün göğüs büyütmek için başarıyla kullanılıyor.
*California Bradford Research Institute'den Prof Dr.Robert Bradford'un araştırmasına göre bu bitkisel karışımla yüzde 82 olguda 9 ay içerisinde göğüslerde 7,5 cm büyüme oluyor.
*Aynı preparat regl dönemi gerginliğinide vakaların yüzde 95 inde çok aza indirmiş.Bitkisel kompozisyon damiana, melekotu(dişi ginseng) oğul otu, aslan kuyruğu,boston otu testere palmiyesi,yams kökü,karahindiba karışımı bitkileri içeriyor.
HANGİ BİTKİ NE İŞE YARIYOR?
DAMİANA:Özellikle afrodizyak olarak tanınır.Günümüzde birinci sırada kadın rahatsızlıklarında kullanılıyor.
MELEKOTU:Kadın rahatsızları en önemli kullanım alanı,dolaşım bozukluğu, diabet,kabızlık ve kanserde kullanılıyor.Kadında hormon metobolizmasına etki gösterir.
OĞUL OTU:Antibiyotik özelliği vardır.Huzursuzluk korku ve yara iyileşmesinde kullanılır,kas spazmlarını çözer.
ASLAN KUYRUĞU:Çayı yıllardır kalp rahatsızlıkları ve kadın hastalıklarında kullanılıyor
BOSTAN OTU:Çok eski yıllarda sarılık,mide/böbrek rahatsızlıkları migren problemlerinde kullanılıyordu,şimdi ise kadın rahatsızlıklarında kullanılıyor
TESTERE PALMİYESİ:Çok sayıda sağlık problemlerinde kullanılıyor,erkeklerde prostas sorunlarında kısırlık ve iktidarsızlık için kullanılıyor.Bu etkin bitki kadında bir dizi tedavi olanakları sağlıyor.Meme bezlerinin gelişmesine etkisi olur.
YAM KÖKÜ:Meksika'da eski yıllarda chiapas kabilesi kadınların doğum yapması sırasında bu bitkiyi kullanıyordu,kadınlarda hormon yapımını uyarıcı etkisi var ve memeleri büyütüyor
KARA HİNDİBA:En önemli ekisi karaciğer üzerinedir.Safra akışını düzenler,Hindistanda karaciğer hastalıklarında sıkça kullanılır.Vitamin ve minaral bakımından zengindir.
Zararlı kimyasal ilaçlara,oparatif müdahalelere ve implantlara karşı doğal bir altarnatif olup,güzel göğüslere sahip olmak için ideal bir yöntemdir.Kapsüllerden 6 ay süresince günde 2 kez 3'er kapsül alınır.Etkiyi arttırmak için kremleriyle birlikte kullanılabilir.

25 Mart 2008 Salı

GÖZALTI TORBALARINDAN NASIL KURTULURSUNUZ ?

Gözaltı torbalarının şiş görünmesinin birçok nedeni olabilir. Nedenleri doğru belirlenip uygun tedavi edildiği takdirde sorun çözülür.
Gözü besleyen kanalların yavaş akması sonucu gözlerde şişlik oluşabilir. Sürülecek bir solüsyon ile ilgili kanalların daha iyi akışı sağlanabilir. Derin nefes alma, masaj ve egzersiz de size yardımcı olur. 10 kez derin nefes alın, 10 kez gözlerinizi altından ve üstünden kukla oynatır gibi çekin. 10 dakika içinde en iyi kremden daha etkili olduğunu göreceksiniz.
Eğer düz bir zeminde veya yüz aşağı yatarak uyuduysanız, sıvı gözlerinizde birikmiş olabilir. Şekerleme yaparken başınızın dik olmasına dikkat edin.
Her yemekte tuzluk kullanıyor musunuz? O halde bu da gözlerinizin şişmesine neden olabilir. Tuzu ve diğer sodyum içeren yiyecekleri azaltın. Sushinizi yerken soya sosuna batırmak da aşırı sodyum almanıza neden olabilir.
Aşırı su içmek de diğer önemli bir nedendir. Aşırı alınan su sistem tarafından dışarı atılmaya çalışılır. Bu nedenle ne kadar su içtiğinizi akılda tutmaya çalışın.
Gözlerdeki şişlik kızarmış gözlerle ilişkilendirilebilir. Her iki sorunda yanmayı önleyici salatalalık veya papatya gibi malzemelerle giderilebilir. Göz kapaklarınızın üzerine papatya çayı veya kahve poşeti de koyabilirsiniz. 4 dakikada şiş gözler ve kızarıklık sorununuz giderilecektir.
Şiş gözler yaşınızla da ilişkili olabilir, bu nedenle profesyonel tedavi uygulanması gerekebilir. Şişlik yağla ilgiliyse cerrahi müdahale gerekebilir. Bu tip şikayetleriniz varsa doktorunuzla konuşmalısınız.
Son olarak da, gözaltı şişlikleri için hemoroid kremi kullanmanın faydalı olup olmayacağı merak ediliyor. Bu tür kremleri tercih ediyorsanız dikkatli olmalısınız. Denemek istiyorsanız, alerjik reaksiyonlar ile göz çevresinin çok hassas bir cilde sahip olduğunu gözönünde bulundurmalısınız. Özellikle düğün günü kesinlikle kullanmayın, gözaltı şişliğinizi tercih eder duruma düşebilirsiniz

24 Mart 2008 Pazartesi

TİBETİN GENÇLİK PINARI 5 HAREKET

Yaşınız ve fiziksel durumunuz ne olursa olsun gençlik, sağlık ve canlılık kazanmak için her gün kısa bir süre de olsa bu egzersizleri uygulayabilirsiniz. Bu hareketleri gerçekleştirirken yavaş ve derin soluklar almak yeterli. Soluk alıp vermenin bu hareketlerin yararları arasında doğrudan bağlantısı var.
Peter Kelder'in yazdığı "Tibet'in Gençlik Pınarı" (orijinal adı: Ancient Secret of the Fountain of Youth ) adlı kitapta yer alan, emekli bir İngiliz subayı tarafından Batı’ya aktarılan beş Tibet egzersizinin çok büyük yararları var. Dünyada ilgiyle okunan kitapta sağlık için gerekli fiziksel hareketlerin yani sıra beslenme sırları da var.....
Başlangıçta her hareketin 3 kez yapılması tavsiye ediliyor. Daha sonra her hafta tekrar sayısını 2 şer arttırarak 21 tekrara ulaşıncaya kadar arttırmaya devam edin.Yani 2.hafta her hareketi 5 kez,3. hafta 7 kez, 4. hafta 9 kez ve bu şekilde arttırmaya devam edin 10 hafta sonra her hareketi 21 kere yapabilir duruma geleceksiniz.
Bu 5 hareketi tamamladıktan sonra ılık yada serin suyla duş almanız tavsiye ediliyor. Ama asla soğuk suyla yıkanmayınız.

Faydaları : Dolaşımı geliştirerek varisli damarlar, osteoporoz ve bas ağrılarına iyi geliyor. Her gün yapmak tüm bedeni gençleştiren bir süreci başlatabilir.
Uygulanışı : Kollarınızı iki yana açarak avuç içleriniz yere bakacak şekilde saat yönünde dönün. İkinci hareketFaydaları : Tiroit bezi, böbreküstü bezleri, böbrekler, sindirim organları ve prostat ile rahmi de içine alacak şekilde cinsel organlar ve bezler üzerinde onarıcı bir etkisi var. Arterit, osteoporoz, düzensiz regller, menopoz semptomları, sindirim ve bağırsak sorunları, sırt ağrısı, bacak ve boyunlardaki sertliğe iyi geliyor.
Uygulanışı :
1-
Sırtüstü yatarak ellerinizi vücudunuzun yanına koyun.
2-Çenenizi göğsünüze doğru yaklaştırın
3-Bacaklarınızı yere dik olacak şekilde kaldırırken dizlerinizin dik olmasına gayret edin
Üçüncü hareket
Faydaları : İkinci gibi üçüncü de tiroit bezlerini, böbreküstü bezleri, böbrekleri, sindirim sistemi organlarını ve prostat ile rahmi de içine alarak cinsel organları gençleştiriyor. Menopoza girmiş ve düzensiz veya tembel regl dönemleri geçirme eğilimindeki kadınlar için özellikle iyi.
Uygulanışı :
1-Vücudunuzu dik tutarak dizlerinizin üzerinde durun.Ellerinizi kalçalarınızın altına dayayın
2-Çenenizi göğsünüze yaklaştırın.
3-Başınızı yavaşça mümkün olduğu kadar geriye doğru eğerken,sırtınızı arkaya doğru esnetin.

Dördüncü hareket: Faydaları : Tiroit bezi, sindirim sistemi, prostat ile rahmi de içine alacak şekilde cinsel organları ve bezleri dolaşım ve lenfatik akış üzerinde canlılık veren bir etkisi var. Karın bölgesini, uylukları, kolları ve omuzları güçlendirir. eğer sinüs tıkanıklığınız varsa bu hareketin burun deliklerinizi açtığını da fark edebilirsiniz.
Uygulanışı :
1-
Bacaklarınızı ileriye doğru uzatarak yere oturun.Ayaklarınız hafifçe aralık olsun ve ellerinizi yere koyun
2-Çenenizi göğsünüze doğru eğin.
3-Başınızı mümkün olduğunca arkaya doğru eğin.
4-Kollarınızı düz tutarak ayak tabanlarınızı ve ellerinizi yere basarken dizlerinizi kırın ve gövdenizi yere paralel olacak şekilde havaya kaldırın.Adalelerinizi bir süre kasın ve ardından gevşeyin.
Beşinci hareket:


Faydaları : bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkisi olan dolaşım ve lenfatik akışın geliştirilmesine yardımcı olur. Derin soluk alıp vermeyi, enerji ve canlılığı uyarır. Diğer hareketlerde olduğu gibi özellikle menopoz ve düzensiz regl dönemleri semptomlarını hafifletiyor.
Uygulanışı :
1-Kollarınız dik ve bedeniniz aşağı sarkmış halde ( kobra yılanı ) şeklinde durun. Avuçlarınızı yere koyun. Başınızı yumuşak bir şekilde mümkün olduğu kadar geriye yatırın.
2-Ayaklarınızı ve ellerinizi oynatmadan,kalçanızı yukarıya kaldırın ve vücudunuzla ters v şekli meydana getirin.Çenenizi göğsünüze doğru yaklaştırın.

HANGİ SAATTE NE YİYELİM?

DR. MURAT TOPOĞLUYLA DOĞRU VE ZAMANINDA BESLENME
Aldığımız kilolar tabi ki en çok gün içinde yediklerimizle ilgili, ancak önemli bir diğer noktada bu besinleri hangi saatlerde tükettiğimiz...

Çünkü günün belli saatlerinde metabolizmamız çok hızlı çalışırken, geri kalan zamanlarda oldukça yavaş hareket ediyor.
Doğru zamanda doğru besinleri aldığınızda enzimler harekete geçiyor ve vücuttaki yağlar çok daha kolay yakılıyor. Ayrıca besinlerin doğru zamanda yenilmesi ile kilo ve hazımsızlık gibi problemler de ortadan kalkıyor.Yani kısacası artık ne yediğimizden çok ne zaman yediğimiz daha fazla önem kazanıyor.
O zaman hangi saatte ne yiyelim?
Sabah : Metabolizmanın oldukça hızlı olduğu ve enerji gereksinimimizin de fazla olduğu sabah saatlerinde güne iyi bir kahvaltı başlamak gerekir. Kahvaltıda kepekli ekmek, peynir, domates, salatalık hem tok tutmaları hem de besleyici olmalarından dolayı mutlaka tüketilmelidir. İlk yendiklerinde tok tutuyor gibi görünmelerine rağmen sonradan açlık hissini uyandıran bal, reçel gibi şekerli besinlerden uzak durmak ya da çok az miktarda tüketmek gerekir.
Öğle :Öğlen saatlerinde de vücudun kalori yakma hızı oldukça yüksektir. Bu nedenle günlük enerji ihtiyacımızın üçte ikisini bu saate kadar tüketmemizde yarar vardır. Öğlen yemeğinde et ve ekmek grubu ağırlıklı beslenmek daha doğrudur. Çünkü bu besinlerin kalori değerleri yüksek olduğundan bu saatlerde daha kolay sindirilirler.
İkindi : İkindi vakti yani saat 16.30-17.00 civarında kan şekerinde bir düşüş olabilir. Bu nedenle bu öğünde meyve, küçük sandviçler yada bisküvi ile bunu önleyebilirsiniz. Ancak diyet döneminde bisküvi vb. yüksek kalorili yiyeceklerin light olanlarını tercih edebilir ya da normal olanların miktarını sınırlayabilirsiniz.
Akşam :Akşam saatlerinde metabolizma işlevleri yavaşlar. Bu nedenle bu saatlerde fazla aşırıya kaçmadan yemek yenmelidir. Sebze yemekleri, salata, çorba, ya da ızgara et gibi kolay hazmedilen besinler küçük porsiyonlar halinde tüketilmelidir. Ancak maalesef Türk Toplumu olarak akşam yemeklerini çok daha ağır yemekleri fazla miktarda yiyoruz. Yemek sonrası hareket de fazla olmadığı için yediklerimizin tamamı sindirilemiyor ve yakılamıyor.
Özellikle bir de akşam yemeğinden sonra sürekli bir şeyler yenmeye devam ettiğinde durum daha da karmaşık bir hale dönüşüyor. Burada önemli olan doğru besinleri seçebilmek...Gün içerisinde herhangi bir öğünü atlamamak gerekir. Çünkü atlanan her bir öğün diğer öğünlerdeki besin tüketimini arttırır. Özellikle sabah ve öğle öğünlerini atlayarak akşama yüklenmek ( yani pek çoğumuzun yaptığı gibi ) yapılacak en yanlış davranıştır.Yapılması gereken ise; yiyeceklerimizi öğünlere bölmek ve yüksek kalorili olanları akşama bırakmamaktır.

kaynak.murat topoğlu

22 Mart 2008 Cumartesi

DOĞAL NEMLENDİRİCİ BAL

Eğer cildinizi olması gerekenden fazla nemlendirirseniz cildinizdeki gözeneklerin kapanmasına neden olursunuz. Mevsimler değiştikçe nemlendirme şekilleri değişmelidir. Nemlendirici kremi cildinizin her yerine sürmenize gerek yok. Alnınız ve yanaklarınız çenenize oranla daha fazla kurumaya yatkın bölgedir.
Suyu kendine çeken bal çok iyi bir nemlendiricidir. Bal, hem kuru hem de yağlı ciltlere faydalıdır. Cilde düzgünlük verir, yumuşatır ve besler. İçindeki organik asitler ve enzimler kozmetik açıdan balın değerini arttırır. Yüzü soluk olanlar yanaklarına pembelik gelmesi için baldan daha iyi bir nemlendirici bulamaz. Balı yüze yaydıktan sonra parmak uçlarıyla hafif hafif vurarak, cilde yedirmeli, iki-üç dakika bekledikten sonra önce ılık sonra soğuk su ile yüzü yıkamalı. Bu yöntem kan dolaşımını hızlandırır. Sonuç olarak cilt hafif pembeleşir, şeffaflaşır ve adeta bir bebek cildi gibi olur.
Cildiniz için haftada bir gün şu formülü uygulayabilirsiniz: Bir adet salatalığı kabuğu ile rendeleyin. Bir çay kaşığı bal ve bir çorba kaşığı mısır nişastasını içerisine katıp karıştırın. Saçlarınızı toplayın. Karışımı ensenizden başlayıp boynunuza ve yüzünüze sürün. Bu arada göz çevresini koruyun. 20 dakika sonra yıkayın. Cildiniz canlanacak, temizlenecek ve nemlenecektir. Bu formül her türlü cilt için uygulana bilir.
Arı suyun elde edilişi: Büyük bir çelik tencereye içme suyu doldurun, kapağını sıkıca kapatın ve ocağın üstüne koyup kaynatın. Su kaynayınca kapağı açın ve kapaktaki damlacıkları temiz bir kapta toplayın. Bu işlemi ihtiyacınızı karşılayacak suyu elde edinceye kadar tekrarlayın.

MEVLANA ÇİÇEĞİ

Kırşehir'de, Makine Mühendisi Ömer Çetiner tarafından çekilen çiçek resminde ortaya çıkan semazenler, görenleri hayrete düşürüyor.
Yaklaşık 2 bin adet takvim yaptırarak kişi ve kurumlara hediye eden Çetiner, vatandaşların yoğun ilgisi nedeniyle tekrar bir çalışma yapacağını söyledi.
Çetiner, çektiği resimler içerisinde en fazla yapraklarında semazenlerin görüldüğü Sütleğen Çiçeği'nin ilgi odağını kaydederek, "Sütleğen dediğimiz otta görülen semazenler görenleri ve beni hayrete düşürdü. Dünya Semazen Yılı'nda böyle bir resim yakalamak beni gururlandırıyor.

Genital Herpes: Seks ile bulaşıyor, sinsi ilerliyor



Cinsel yolla bulaşan Genital Herpes virüsünü taşıyan insanların yüzde 60’ı bu virüsü taşıdıklarından habersiz. Araştırmalara göre Türkiye’de virüsün görülme sıklığı yüzde 90’lara ulaşmış durumda.

Virüs insan vücuduna bir kez girdikten sonra hücreler içinde yaşamını sürdürerek değişik zamanlarda tekrar tekrar enfeksiyona yol açabilir. Cinsel anlamda aktif olan herkesi etkileyen Genital Herpes partnerden partnere kolaylıkla bulaşabilir.

Acı veren kaşıntılı kabarcıklar, genital bölgeyi etkileyen yumrular, döküntüler ve idrar yaparken duyulan ağrı, HSV tip 2’nin ilk başta görülen klasik belirtileridir. Hastalığa ateş, halsizlik, lenf bezlerinin şişmesi gibi belirtiler de eşlik eder. Ağrı, kabarcıklar ve kırmızı, içi sıvı dolu şişlikler şeklinde görülen bu belirtiler 10 ila 15 gün sürmektedir. Cinsel anlamda aktif olan herkesi etkileyen Genital Herpes, Herpes Simplex Virüs’ünün (HSV) neden olduğu bir virüs enfeksiyonudur. HSV tip 1 ve tip 2 olarak iki çeşittir. Özellikle tip 2 genital bölgeyi, anüsü, kalça bölgesini, tip 1 ise genellikle ağız, yüz ve dudakları etkiler.

HASTALAR VİRÜSÜ TAŞIDIKLARININ FARKINDA DEĞİL
HSV-2 ile enfekte olanların yüzde 20’sinde hiçbir işaret ve bulgu görülmez ve bu kişiler virüsün varlığından haberdar olmaz. Aynı şekilde enfekte olanların yüzde 60’ında bulgular o kadar hafif ve atipiktir ki, hastalar virüsü taşıdıklarını fark edemez. Hem genital hem de yüz herpesine sebep olan herpes simplex virüslerinin (HSV-1 ve HSV-2), dünya nüfusunun yüzde 50’sinden fazlasını etkilediği tahmin edilmektedir. Dünyanın bazı bölgelerinde 10 kişiden 8’i bu iki virüsten birini taşımaktadır. 2006 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de bu virüsün görülme sıklığı yüzde 90 oranında.

HSV tip 2’nin neden olduğu genital herpes hastalıkları ağızdan ağıza, ağızdan genital bölgeye ve genital bölgeden genital bölgeye temas yoluyla bulaşabilir. Hastalığın bulaşması için semptomların olması gerekmez; yani hastalık asemptomatik olarak seyrederken de partnerden partnere bulaşabilir. Virüs insan vücuduna bir kez girdikten sonra hücreler içinde yaşamını sürdürerek değişik zamanlarda tekrar tekrar enfeksiyona yol açar. Genital herpes, cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır ama bu rahatsızlığın tedavisindeki son gelişmeler, cinsel partnerlere geçme riskini azaltma yolunda çok değerli bilgiler sağlamıştır.

GENİTAL HERPES TEDAVİ YÖNTEMLERİ:
Antiviral Tedavi : Hastalığın alevlenmelerinin sıklığını, şiddetini ve süresini azaltmada çok etkilidir. Bu, alevlenme ilk ortaya çıkışında birkaç gün sürebilir. Alternatif olarak, alevlenmeleri önlemek isteyenler veya alevlenmeler arasındaki viral yayılmayı azaltmak isteyenler için, tedavi, birkaç ay veya yıl boyunca günlük olarak sürdürülebilir (baskılama tedavisi).

HASTALIĞIN YAYILMAMASI İÇİN...
Genital herpesi bulaştırma riskini azaltacak çeşitli yollar mevcuttur. Öncelikle, bir kişi herpes virüsü taşıyorsa bu bilgiyi partneriyle paylaşması önemlidir. Daha sonra çift hangi risk azaltma yöntemlerini kullanacağına birlikte karar verebilir. Virüsü bulaştırmayı önlemenin en iyi metodu, hastanın bulgular ortaya çıkmışsa cinsel temastan kaçınmasıdır. Bulaştırma riskini azaltmada olası iki strateji daha vardır. Birincisi, herpesin bulaşma riskini yüzde 50 azaltan lateks prezervatif kullanımıdır. Hiçbir bulgunun görülmediği durumlarda da enfeksiyonun geçmesi olası olduğundan (bu asemptomatik saçılma olarak bilinir), arada bir kullanmak yerine tüm cinsel aktivitelerde prezervatif kullanımı daha etkilidir. İkinci yaklaşım baskılayıcı antiviral tedavidir (Yılın belli ayları boyunca süren bir dönemde uygulanan sürekli günlük tedavi).

HAMİLELİKTE GENİTAL HERPES
Genital herpesi olan kadınların hamile kalmaması ve başarılı bir doğum yapmaması için hiçbir neden yoktur. Özellikle annede hamile kalmadan önce veya gebeliğin erken evrelerinde genital herpes belirlenmişse, yeni doğan bebeğe enfeksiyonu bulaştırma riski düşüktür. Eğer anne genital HSV virüsünü gebeliğin son üç ayında alırsa, bebeklerdeki neonatal herpes riski en yüksek düzeye ulaşır. Bunun nedeni yeni enfekte olmuş annenin virüse karşı yeterli antikor üretememiş olması ve böylece bebek için doğum öncesi ve sonrasında az doğal korunma oluşmasıdır.

Genital HSV enfeksiyonu genellikle aktiftir ve böylece doğum sırasında virüs doğum kanalında mevcut olacaktır. HSV enfeksiyonuyla gebeliğin son döneminde karşılaşıldığı durumlarda dahi, uzmanlar, sezaryen ile doğum önermek gibi ve/veya antiviral tedavi reçete etmek gibi bebeği koruyucu önlemler de alabilir. Genital herpesi olan tüm hamileler veya hamileliği planlayan kadınların, aile doktorları ve kadın-doğum uzmanları ile görüşmesi gerekmektedir.

Sürekli ağrı ruh sağlığını bozuyor



Merkezi ya da çevresel sinir sisteminin hasar görmesi sonucunda ortaya çıkan ve 1994 yılında tanımlanan nöropatik ağrı, hastaların yüzde 40’ın da depresyona neden oluyor.

Hacettepe Üniversitesi Erişkin Nöromusküler Hastalıklar Araştırma Merkezi Sorumlusu Prof. Dr. Ersin Tan, merkezi ya da çevresel sinir sisteminin hasar görmesi sonucunda ortaya çıkan süreğen ağrı olarak adlandırılan nöropatik ağrının, hastalar tarafından batıcı, delici, saplanıcı, yakıcı, iğnelenme şeklinde tanımlandığını belirtti.

Hastalığın en olumsuz yanının, hastaların yaşamında yarattığı işlevsel, fiziksel, psikolojik, duygusal ve sosyal etkiler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tan, doktorların da yeni tanımaya başladığı nöropatik ağrıyı çekenlerin yüzde 70’inde depresyon, anksiyete ve uyku bozukluğu görüldüğünü söyledi.

Nöropatik ağrının, sinir sisteminin herhangi bir yerindeki probleme bağlı olarak ortaya çıkan fonksiyon kaybı olduğunu, sıklıkla görülen ağrının doktorlar tarafından teşhisinin zor olduğunu belirten Prof. Dr. Tan, şöyle dedi:
“Bu ağrı, her 10 kişiden birinde görülen ve oldukça yaygın ortaya çıkan bir ağrı türü. Bazı hastalar vücutlarına sürülen pamukla bile çok şiddetli ağrı çekiyor. Hastaların bir kısmı ağrı nedeniyle çalışamaz, yürüyemez, uyuyamaz, hatta giysilerin yarattığı yanma hissiyle giyinemez hale gelmektedir.”

DİYABETLİLERDE ÇOK SIK GÖRÜLÜYOR
Böbrek yetersizliği, çeşitli damar hastalıkları, alkolizm, bazı nörolojik hastalıklar, kanser, bel ve boyun fıtığı, zona gibi enfeksiyon hastalıklarının nöropatik ağrıya neden olduğunu belirten Prof. Dr. Ersin Tan, özellikle diyabetlilerde bu ağrı türünün sık görüldüğünü kaydetti.

Diyabetlilerin yüzde 51’inde sinir hasarı oluştuğunu bildiren Prof. Dr. Tan, her 100 şeker hastasından 15’inin nöropatik ağrı çektiğini ifade etti.

AYDA 5.5 GÜN İŞ KAYBINA NEDEN OLUYOR
Özellikle geceleri artan ağrıların uyku bozukluğuna, sosyal yaşamın aksamasına, depresyon ve gerginliğe yol açtığını belirten Prof. Dr. Tan, bu durumun hastalarda iş gücü kaybına neden olduğunu söyledi. Prof. Dr. Tan, ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, nöropatik ağrısı olanların ayda 5.5 gün çalışamadıklarını bildirdi.

Nöropatik ağrının yarattığı fiziksel, psikolojik, duygusal ve sosyal etkiler nedeniyle hastaların yüzde 40’ının depresyona girdiğini kaydeden Prof. Dr. Tan, büyük bölümünün uykusuzluk çektiğini ifade etti.

HEKİMLER HASTAYA İNANSIN
Doktorların nöropatik ağrıyla ilgili çok fazla bilgi sahibi olmadığını belirten Prof. Dr. Tan, ağrının teşhisinin de bazı zamanlarda zor olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi:
“Bazen hastaların muayenesinde herşey çok normal çıkabilir. Hastaya inanmak zorundasınız. Tüm testlerin normal olmasına rağmen hasta ayağım yanıyor diyorsa tedavi etmelisiniz. Hastanın ayaklarında yanma varsa geceleri şiddeti artıyorsa uyuşma, karıncalanma, yakıcı, şimşekvari ağrı oluyorsa hastaya nöropatik ağrısı
olduğunu söylemek lazım. Soru sorarak da hastanın nöropatik ağrısını teşhis edebilirsiniz.”

Prof. Dr. Tan, ellerinde ve ayaklarında karıncalanma gibi uyuşukluklar olan hastaların da doktora başvurmalarını istedi.

STANDART AĞRI KESİCİ ETKİLEMİYOR
Nöpopatik ağrının tedavisinin de çok yönlü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Ersin Tan, ağrı ile birlikte, buna neden olan hastalığın ve hastalarda oluşan, depresyon, uykusuzluk ve konsantrasyon güçlüğünün de tedavi edilmesi gerektiğini vurguladı.

Prof. Dr. Tan, tedavide standart ağrı kesicilere yer olmadığını belirterek, “Boşa kürek çekmiş olursunuz. Nöropatik ağrının tedavisinde hiçbir zaman basit ağrı kesicilerin yeri yoktur” diye konuştu.

Çamaşır sulu temizlik ürünleri kanser yapıyor...



Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Odabaşı'nın yaptığı bir araştırma sonucu çamaşır suyu içeren temizlik ürünlerinin kanser yaptığı belirlendi. İlk kez bu araştırmayla ortaya çıkan sonuç “Environmental Science & Technology” isimli uluslararası bilimsel dergide de yayınlandı.

Doç. Dr. Odabaşı araştırmayla ilgili şunları söyledi: “Yapılan ön değerlendirmeler, çamaşır suyu içeren temizlik ürünlerinin kullanımıyla açığa çıkan karbon tetraklorür ve kloroform gibi maddeler kanser riskini önemli ölçüde arttırabileceğini göstermektedir. Bu tür temizlik maddelerini kullananlar (temizlik işinde çalışanlar ve ev kadınları) diğer insanlara göre çok daha fazla risk altında, ancak oluşan sağlık risklerinin daha detaylı olarak araştırılması gerekiyor."

Odabaşı araştırma sonuçlarını şöyle değerlendirdi: “Piyasadaki çamaşır suyu içeren temizlik ürünlerinin sayısı gün geçtikçe artıyor. Katkısız, parfümlü, deterjan katkılı koyu kıvamlı sıvı, jel, ovma tozu, sprey gibi bir çok ürün Türkiye’de ve dünyada yaygın olarak kullanılıyor. Geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma, bu ürünlerin ülkemizdeki her 100 evden 85’inde kullanıldığını, hane başına yıllık tüketimin ise 3 kilograma ulaştığını gösteriyor. Çamaşır suyu içeren temizlik ürünlerinin kullanımında dikkatli olunması gerekiyor. Ürün ambalajlarındaki uyarılarda bu maddelerin başka maddelerle karıştırılmasının tehlikeli gazların çıkışına neden olabileceği yazılı. Gerçekten de çamaşır suyu içeren ürünlerin amonyaklı veya asidik (tuz ruhu, kireç çözücü gibi) temizlik maddeleriyle karıştırılmasının zehirli gazların (klor gazı ve klor aminlerin) açığa çıkmasına neden olduğu biliniyordu.”

YENİ KEŞFEDİLEN TEHLİKELİ MADDELER

Ancak Odabaşı’nın “Environmental Science & Technology” isimli uluslararası bilimsel dergide yayınlanan bir araştırma sonuçları çamaşır suyu içeren ürünlerin başka zararlarının da olduğunu ortaya çıkardı. Araştırma,çamaşır suyu ve deterjan, parfüm gibi maddelerin kimyasal reaksiyonları sonucu klorlu organik bileşiklerin oluştuğunu ilk kez gösterdi. Odabaşı bu organik bileşiklerin tehlikesine dikkat çekiyor. Bir çoğu kanserojen olan, söz konusu organik bileşikler çamaşır suyu içeren ürünlerin kullanımı sonucu havaya karışıyor. Uçucu organik maddelerin iç ortam havasındaki konsantrasyonlarının hipoklorit içeren temizlik ürünlerinin kullanımı sırasında önemli ölçüde arttığını (kloroform için 8-52 kat, karbon tetraklorür için ise 1-1170 kat) belirten Doç.Dr. Odabaşı, artışın “sadece çamaşır suyu içeren” ürünlerin kullanılması sırasında nispeten düşük, “deterjan ve parfüm katkılı, koyu kıvamlı veya jel” ürünler için ise çok daha yüksek olduğunu söyledi.



SAĞLIĞIMIZA ETKİLERİ

Doç. Dr. Odabaşı, “Yapılan ön değerlendirmeler, açığa çıkan karbon tetraklorür ve kloroform gibi maddelerin solunmasının kanser riskini önemli ölçüde arttırabileceğini göstermektedir. Bu tür temizlik maddelerini kullananlar (temizlik işinde çalışanlar ve ev kadınları) diğer insanlara göre çok daha fazla risk altında, ancak oluşan sağlık risklerinin daha detaylı olarak araştırılması gerekiyor. Çamaşır suyu kullanımının zararlı çevresel etkileri bununla da kalmıyor, açığa çıkan maddeler ozon tabakasına zarar veriyor ve küresel ısınmayı da arttırıyor” dedi.



NELERE DİKKAT ETMELİ?



Doç.Dr. Odabaşı’ya göre çamaşır suyu içeren ürünlerin kullanımı sırasında:



● Tehlikeli sonuçlar yaratacağı için, bazı üretici firmaların “ürünü klozete çepeçevre dökün ve gece boyunca bekletin” tarzındaki kullanım önerilerine kesinlikle uyulmaması,

● Ürün seçiminde “parfümlü, deterjanlı, ekstra güçlü” ürünlerin katkısız çamaşır suyuna göre çok daha fazla zararlı madde içerdiğinin göz önünde bulundurulması,

● Bu ürünlerin yerler gibi geniş yüzeylerin temizliğinde kullanımından kaçınılması,

● Temizliği yapılan yüzeylerin mutlaka bol su ile durulanması,

● Temizliği yapılan mekanların havalandırılması ve buralarda mümkün olduğunca kısa süre kalınması,

● Solunuma ilaveten tehlikeli maddelerin deri yoluyla da vücuda girmesine ve sağlık risklerinin artmasına neden olduğu için bu ürünlerin el ile temasından kaçınılması,

gerekiyor.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?

Bu konudaki deneysel çalışmalarını kapsamını genişleterek sürdüreceğini belirten Doç.Dr. Odabaşı, “Artık çamaşır suyu katkılı temizlik maddelerinin bir çok tehlikeli klorlu organik madde içerdiği biliniyor. Bu temizlik maddelerini üreten firmalar ile ürünlerin ithalat ve üretim izinlerini veren Sağlık Bakanlığı’nın bundan sonra ne yapacağı önemli. Her iki tarafın da konuyu inceleyerek bir tavır belirlemesi gerektiğini düşünüyorum” dedi.

10 yaş gençleşmenin doğal formülü



Cildi 20'li yaşların diriliğine kavuşturan, ince kırışıklıkları, kaybolan nemi geri veren somon antioksidan ve vitamin kokteyllerinden oluşan hi-frekans mezolifting tedavisi cilde mükemmel görünüm kazandırıyor.

Kadınların korkulu rüyası olan el, dekolte kırışıklıkları da aynı yöntemle gideriliyor. Yöntemi ilk kez Paris'te uygulayan 15 yıldır da Türkiye'de sayısız kadını gençleştiren Dr. İsmail Ağar ile konuştuk.

Yaşadığımız çevre, sigara, güneş gibi cilt sağlığımızı tehdit eden ve yaşlanmayı hızlandıran etkenler düşünülecek olursa cilt sağlığını ve gençliğini korumak için vücudumuza gösterdiğimiz özeni göstermek gerekir.

Kardiyovasküler Anestezi ve Reanismasyon-Beslenme ve Diyet Uzmanı Dr. İsmail Ağar, “Cilt kırışıklığının tek sebebi yaşlılık değildir” diyor ve ekliyor: ”Bilindiği gibi güneş ışığı ve stres de cildin tazelenmesinden sorumlu elastin ve kolajen liflerin sentezini sağlayan fibroblastlar adlı hücre grubunun yapısını bozmaktadır.” İşte Antiaging konusunda çeşitli somon antioksidan ve vitamin kokteylerinden oluşan hi-frekans mezolifting tedavisi bu konuda devreye giriyor. Yapılan bilimsel çalışmalar sonunda etkisini kanıtlamış, mezolifting tedavisi cilde sağlıklı ve genç bir görünüm kazandırma yolunda kendini de ispatlamış bir yöntem.

Cildin elastik ve kolajen lif sayısını arttırarak cildin doğal ve kalıcı bir şekilde gençleşmesini sağlayan mezolift tedavisi, yüz bölgesinde özellikle dolgu tedavisinin kullanımının sınırlı olduğu dudak üstü (smoker line) ve alt göz kapağı çevresi ile boyun, dekolte, el ve ayak sırtlarında başarıyla uygulanan bir yöntem. Yöntemi Fransa'da uyguladıktan sonra Türkiye'ye taşıyan Kardiyovasküler Anestezi ve Reanismasyon-Beslenme ve Diyet Uzmanı Dr.İsmail Ağar mezolift tedavisinin etki alanlarını ve uygulama yöntemini şöyle anlatıyor;

CİLT ARTIK KIRIŞMIYOR

“Cilt kırışıklık ve cilt tazeleme tedavilerinde kullandığımız yöntemlerden birisi de mezoliftingtir. ilk olarak Paris'te uyguladığım ve on beş seneyi aşkın bir süredir Türkiye'de kullandığım ve üzerinde çalıştığım mezolift antioksidanlar somon vitamin kokteyleri ve cildin nem kapasitesini arttıran hyaluronik asit kombinasyonunun cilde enjeksiyonu yöntemidir. Bu yöntemle kırışıklık tedavileri ve cilt gençleştirme de oldukça etkili sonuçlar almak mümkündür. Bu tedavi ile ayrıca cildin yaşlanmasını da önemli ölçüde yavaşlatmak mümkün olmaktadır.”

Yaş ilerledikçe deri değişiklikler geçirir ve çevresel etmenlerle birlikte cildin içeriğindeki elastin ve kolajen yapısı azalır. Bu lifleri üreten ve cildin hayatiyetinden sorumlu fibroglasların aktiviteleri azalır. Böylelikle cilt yaşlanınca esnekliğini kaybeder, üst tabakası daha az kolajen ve esnek lifler üretmeye başlar. Bağ dokusu zamanla zayıflayarak, derinin kendini bırakmasına ve devamlı kırışıklıkların ortaya çıkmasına neden olur. Gözlerinizin etrafında minik ince çizgileri fark etmeye başladığınızda ise bu kaçınılmaz sürecin ilk sinyallerini alırsınız. Cildin yaşlanma süreci adım adım işlemeye başlamıştır.

Nasıl yaşlanıyoruz?

20- 30 YAŞ Kırışlık yoktur, epidermisde lokal lekeler vardır. İnce fondöten kullanılarak kapatılabilir. 30 - 40 YAŞ Gülünce oluşan çizgiler vardır. Fondöten kullanılarakkapatılır. 30-40 yaş cildini gösterir. 40 - 60 YAŞ ARASI Statik hatlarda kalıcı kırışıklıklar vardır. Sadece yüzde değil el ayak sırtları ve dekolte bölgesinde de kırışıklıklar başlamıştır. Önlemler sadece yüzle sınırlı değildir. 60 YAŞ ÜSTÜ Yüzde yaygın kırışıklıklar vardır. Dekolte bölgesi, el ve ayak sırtlarında ciddi deformasyonlar oluşmuştur.

Mezolift yöntemiyle el, dekolte ve ayak kırışıklığına son

Estetik cerrahi ve tedavi yöntemleri bugüne kadar sürekli yüz bölgesi üzerine araştırma ve çalışmalar yaptı. Oysa yüzü istediğiniz kadar gençleştirin, elleriniz, ayak sırtı ve dekoltenizde kırışıklıklar varsa, yüze yaptırdığınız işlemler yaşınızı gizlemeye yetmiyordu. Onun da çaresi bulundu. Artık yüze yapılan tüm gençleştirme uygulamaları yüze de uygulanıyor. Söz yine Dr. İsmail Ağar'ın: ‘Cilt gençleştirme ve kırışıklıkta kullandığımız mezolift yalnızca yüz cildi için değil aynı zamanda orta yaşlardan sonra veya yaşlılıkta görülen insanların yaşını ele veren el sırtındaki cilt kırışmasında da oldukça etkili olmaktadır. Ayrıca menopoz döneminde oluşan bacak içi bölgelerindeki cilt gevşemeleri ile karın bölgesindeki kırışıklıklar da tedavi kapsamına girmektedir.

10 SEANSTA PAMUK GİBİ ELLER

Artık mezolift yöntemiyle yüzde veya el sırtında oluşan kırışıklıkları önemli ölçüde ortadan kaldırmak mümkün olduğu gibi eğer orta yaşlarda bu tedaviye başlanırsa cilt kırışmalarının oluşmasını önlemek veya ciddi ölçüde yavaşlatmak mümkündür. Üstelik bu neticeleri elde etmek genelde 10-15 seansta mümkün olabilmektedir. İnsanların yaşını belli eden görünür yerleri olan yüz ve el sırtındaki kırışıklıkları bu mezolift mikroenjeksiyon tedavisiyle düzeltip onların psikolojik olarak olumlu etkilenmelerini ve bunun sosyal ilişkilerini ve iş hayatlarını pozitif etkilemesini gözlemekteyiz''

Hangi müzik hangi derde deva? Müzikle tedavi nedir?



Müzikle tedavinin kökeni taa Hipokrat'a kadar uzanıyor. Osmanlı'da da müzikle tedavinin yaygınlığı biliniyor. Peki geçmişten günümüze tıp müzikten nasıl yararlanıyor? O tınıları dinleyin!

Tabiatın her zerresinde büyük bir nizam ve ahenk içinde devam eden ritim ve melodi beraberliği var. Müzik de doğadan aldığımız en önemli eser.

Günümüz tıbbı da müzikten yardım almaya devam ediyor. Siz de burcunuza ve tabiatınıza uygun makamı dinleyerek pek çok hastalığı önleyebilirsiniz. Kuş seslerindeki ahenk ve ritim mükemmelliğinde; elektronların, atomların, galaksilerin hareketleri ile vücudumuzdaki sıvıların dolaşımlarının büyütülen seslerinde müziğin varlık alemiyle ilgi ve ilişkisini gözlemleyebiliyoruz. Müzikle terapi ya da tedavinin kökeni ise M.Ö. 400'lü yıllara kadar uzanıyor. Osmanlı döneminde Edirne'de bulunan Beyazıt Külliyesi'ndeki akıl hastanesinde hastalar müzik eşliğinde tedavi ediliyordu. Günümüzde psikiyatri de müzikoterapiden faydalanıyor. Ve artık çoğu hastanenin müzikterapi bölümü var.

ALTAY TÜRK MÜZİĞİ

Müzik konusunda yetkin isimlerden Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç "Müzik bütün insanlık tarihinde duygu ve bilgilerin anlatım biçimi olarak bilinir. Müzikal sesleri diğer seslerden ayıran en önemli özellik, belirli bir ritim kalıbı içinde, birbirleriyle uyumlu sesler yumağı veya topluluğu olarak algılanmasıdır. M.Ö. 3 binden itibaren Altay -Türk kültürü, aynı zamanda Altay -Türk müzik kültürünün de belirleyicisidir" diyor.

ASTROLOJİ VE MÜZİK

Müzik konusunda araştırma yapan uzmanlara göre müzik, konuşmadan önce de vardı. Konuşma için gerekli olan soyut kavramlar, hafıza, semboller, çağrışımlar, analojik bağlantılar insanla beraber gelişip olgunlaşmıştı. Şimdi gelin hangi makam hangi burçta etki gösterip, nelere iyi geliyor ona bir göz atalım.

NİHAVEND MAKAMI:

Oğlak Burcu. Öğleden sonra etkisi fazla. Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkili. Kulunç, bel ağrısı ve tansiyon rahatsızlıklarına faydalı. Kuvvet ve barış duygusu veriyor. Akıl hastalıklarına etkili olduğu konusunda önemli bilgiler var.

RAST MAKAMI: Koç Burcu Ateş, kuru-sıcak tabiatlı makam. Gece yarısı ve seher zamanları etkili. Soğuk organlar olan kemik, beyin ve yağlara etkili. Fazla uyumayı engelliyor. Düşük nabzın yükselmesine yardımcı oluyor. Özellikle çocuk bünyesinde nem hakim olduğu için; bu nedenle oluşan dengesizlikleri düzeltiyor. Akıl hastalıklarına iyi. Gündüz, Salı günleri etkisi fazla.

REHAVİ MAKAMI: Terazi Burcu. Rüzgar tabiatlı. Sıcak ve kuru. Seher zamanı ve ikindiyle yatsı arası etkili. Nemli ve kuru, sarı safra, erkek, sağ omuz, baş ağrıları, burun kanamaları, ağız çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara, akıl hastalarına faydalı. Doğuma yardımcı olur.

HÜSEYNİ MAKAMI: Akrep Burcu ( Kova Burcu) Su tabiatlıdır. Satürn etkili. Nemli ve sıcak. Sabah ve gün ağarırken etkili. Sabah- öğlen arası etkisi fazladır. Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği var. Karaciğer, kalp ve ruhların iltihabını söndürüyor. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Sol omuza etkilidir. Barış duygusu veriyor. İç organlara etkili. Kalp, karaciğer ve mide için faydalıdır.

HİCAZ MAKAMI: Yay Burcu. Ateş tabiatlı. Yatsıdan sabaha kadar olan zamanda etkisi fazla. Kuru- soğuk nedenli hastalıklar için faydalıdır. Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi var. Üro-genital sisteme ve böbreklere etki gücü fazla. Alçakgönüllülük duygusu verir.

ACEMAŞİRAN MAKAMI: Ateş tabiatlı. Fecirden kuşluk vaktine kadar etkilidir. Kemiklere ve beyne etkilidir. Vücutta yağ dengesine yardım eder. Yaratıcılık duygusu ve ilham verir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır. Hanımlarda doğumu kolaylaştırır.

UŞŞAK MAKAMI: Balık Burcu. Su tabiatlı. Fecirden kuşluk vaktine kadar ve günbatımında etkisi fazladır. Perşembe günü etkili. Kalp, ayak rahatsızlıkları, nikriz (damla) ağrılarına faydalı. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları veriyor. Çocukların bütün organlarını etkileyen kuru ve sıcak yellerde ve büyük erkeklerde görülen ayak ağrılarına faydalı.

SEGAH MAKAMI: Su ve toprak tabiatlıdır. Kuşluktan ikindiye kadar olan zamanda etkilidir. Hararetten meydana gelen şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturuyor.

ISFAHAN MAKAMI: İkizler Burcu (Yengeç Burcu); Hava tabiatlı. Dişi, gece karakterli, Pazartesi bağlantılı Soğuk tabiatlı olduğu gibi, ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği var. Ense, boyun, omuzlar ve sol dirsek için etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, zihin açıklığı, gönül yenileme, düzgünlük verme, zekayı açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır.

NEVA MAKAMI: Kova Burcu (Oğlak Burcu); Satürn. Hava tabiatlı. Gece ve kuşluktan ikindiye kadar olan zamanda etkisi fazladır. Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik, kalça ve uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyü giderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir. Kötü fikirleri kovduğu, cesaret ve yiğitlik verdiği, gönül sevinci oluşturduğu ileri sürülür. Kuvvet ve kahramanlık duyguları meydana getirir. Akıl hastalıklarının tedavisinde faydalıdır. Buluğ çağındaki kız çocuklarının kadın hastalıklarına tedavi etkisi vardır. "Ses, seda, makam ve ahenk" demektir.

MÜZİKLE TEDAVİNİN TARİHÇESİ

Müzikle tedavi yani insanın ruhsal ve bedensel sorunlarına müzikle çözüm bulma yöntemleri yeni kullanılan bir tedavi biçimi değil. Yaklaşık 2500 yıldır bu yöntem Anadoluída uygulanıyor. Başta Yunan medeniyetinde olmak üzere Anadoluída kurulan çeşitli medeniyetlerin müzikle tedavi yöntemini uyguladıkları bilinmekte. Müziği her türlü erdemin kaynağı sayan Yunanlılar, müziği ruhun eğitimi ve arınmasında kullanırlarmış.

Eski Yunan mitolojisinde Apollon, lir çalarak insanların sıkıntılarını giderir ve onlara neşe verirmiş. Yunan filozof Sokrates’in öğrencisi Platon (Eflatun) da M.Ö. 400’lü yıllarda, müziğin ahenk ve ritim ile ruhun derinliklerine etki ederek, kişiye bir hoşgörü ve rahatlık verdiğini belirtir. Yine Platon, şarkıyı iyileştirici özelliği olan bir çare olarak kabul etmekle birlikte, şarkı olmaksızın hastaya uygulanan reçetelerin etkisiz olacağını da ekler. Tıbbın babası sayılan Hipocrates’in de 2400 yıl önce, bazı hastaları ilahi dinlemeleri için tapınaklara götürdüğü rivayet edilir.

MÜZİK TERAPİDE KULLANILAN MAKAMLARI DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

MÜZİK TERAPİ (TÜRK MÜZİĞİ İLE TEDAVİ)

Müzik konusunda araştırma yapan uzmanların görüşüne göre müzik, konuşmadan önce de var idi. Konuşma için gerekli olan soyut kavramlar, hafıza, semboller, çağrışımlar, analojik bağlantılar insanla beraber gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Tabiatın her zerresinde ise büyük bir nizam ve ahenk içinde devam eden ritim ve melodi beraberliği bulunmaktadır. Kuş seslerindeki ahenk ve ritim mükemmelliğinde; elektronların, atomların, galaksilerin hareketleri ile vücudumuzdaki sıvıların dolaşımlarının büyütülen seslerinde müziğin varlık alemiyle ilgi ve ilişkisini gözlemleyebilmekteyiz.

Dünyada müzik ve müzikterapi tarihi anlayışı bizi antropoloji, tarih, ethnoterapi, ethnomedicin, psikoloji, pedagoji, sosyoloji, spiritüalite, parapisikoloji gibi bilimlerle işbirliğine götürmektedir.

Tarih açısından konuya girdiğimizde çok eski yıllara yolculuk yapmamız gerekir:

Azerbaycan’da Gobustan Kayalıklarında görülen dans eden insan şekilleri, 12 - 14 bin yıllık müzik ve hareket gerçeğini ortaya koymaktadır. Uygur Türklerine ait Hoten şehri Çerçen kazası yakınında Mülçe ırmağı kenarında bulunan Mingyar kaya resimleri 6-8 bin yıllık bir geçmişten haber vermektedir.

Çok eski zamanlara bizi ulaştıran tarih ve kültür birikimi, Proto Türk kültürü ile gözlendiğinde, Alman bilim adamı Dr. Wolfram Eberhard tarafından yazıya geçirilmiş bilgiler önem taşımakta olup, Türk kültürünün M.Ö. III bin yıllarında Çin kültürüne; müzik, dans seramik, tiyatro, hayvan terbiyesi v.b. konularındaki etkileri belgelenmektedir. Fransız araştırıcı Maurice Curan’ın Çin kaynaklarına dayanarak Lavinniac müzik ansiklopedisinde neşredilen verilere göre, Eski Türk müzik enstrümanları ve pentatonik (beş sesli) müzik icra şekli Çin kültürünü geniş biçimde etkilemiştir. Bu konuda Eduard Chavannes, Bela Bartok, Robert Lach isimli araştırıcılar ve büyük Türk Etnomüzikologları Mahmut Ragıp Gazimihal ile Ahmet Adnan Saygun, Ferruh Arsunar araştırmalar yapmışlar, Türk müzik kültürünün Orta Asya - Anadolu bağlantısını ve Çin kültürüne etkisini belgelerle ortaya koymuşlardır. Bu araştırmalara göre Proto Türk kültürünün önemli merkezleri, Sensi ve Kansu eyaletleridir. Hakas ve Tuva kültürü, Altay Türk kültürü bizi M.Ö. 3000 yılları ile buluşturmaktadır. XX . yüzyılın başında Sovyet araştırıcılar Rudenko ve Griaznov, Altay’lardaki Pazırık Vadisinde buzların altında ”Çeng” adı verilen bir enstrüman buldular. Rudenko, bu enstrümanın ait olduğu Proto-Türk kültürü tarihini 3700 yıl önceye götürmektedir.

MÜZİK VE HAREKET TEDAVİSİ GELENEĞİ
AKTİF MÜZİK TERAPİ

Kam ve Baksı adı verilen Orta Asya hekimleri, müzik ve dansı hasta tedavisi için kullanıyorlardı. Kazakistan, Kırgızistan, Altay, Moğolistan ve Sibirya bölgelerinde halen devam eden bu dans terapisi, kol, omuz ve baş hareketleriyle faaliyete geçen ruhi enerjinin bütün vücudu sarması ile elde edilen trans hali sonucu, hasta kişi için gerekli tedavi bilgisine ulaşmayı amaçlamaktadır. Baksılar; KILKOPUZ, DOMBRA, ŞANKOPUZ, ASATAYAK, DAVUL gibi müzik aletleri ile trans ve tedavi eylemini gerçekleştiriyorlardı. Bu seanslarda genel olarak Pentatonik müzik tonları kullanılıyordu. İngiltere’de, Londra Nordoff Robbins müzikterapi enstitüsünde uygulanan tedavi sisteminde Pentatonik müziğin kişilerde kendine güven ve kararlılık oluşturduğu bulgusu ile, otistik çocukların tedavisi ve eğitiminde bu müzik kullanılmaktadır.

TÜMATA çalışmaları içinde, Baksı dansı ile birlikte çeşitli sufi dansları (semah ve sema) incelenmekte ve oluşturulan aktif müzikterapi anlayışı ile bu eski teknikler, modern tıp içinde, otizm, geriatri, onkoloji, immünoloji, nöroloji, kardiyoloji, depresyon, anksiete vb. konularında tedavi amacı ile uygulanmaktadır. Bu konularda Berlin Urban hastahanesi ve Viyana Meidling Kliniği işbirliği sözkonusudur.

PASİF ( RECEPTİV ) MÜZİK TERAPİ GELENEĞİ

Türk tarihi ve kültüründe önemli bir yeri olan müzik ve dans ve bunlarla yapılan tedavi konusunda; pentatonik müzik formu ve Baksı-Kam tedavi geleneğinin yanısıra olgunlaşıp yerleşen makam müziği ile tedavi’ günümüz tıbbında yeniden güncelleşmiş bulunmaktadır. Bin yıldan daha önceki zamanlarda Orta Asya’da, Horasan ve Uygur bölgelerinde gelişerek yayılan makam musikisi hakkında Farabi, İbn-i Sina, Ebu Bekir Razi, Hasan Şuri, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi, Haşim Bey eserler yazmışlar ve makamların duygular ve organlarla ilişkilerini tasniflerle belirtmişlerdir. Pentatonik müzik Türk illerinde gelişmeye devam ederken, yedili sistem olan ve bir tam sesin dokuz komadan oluşması esasına dayalı makam sistemi, takriben dört yüzü geçen makam zenginliği ile kültür ve sanatımıza büyük katkıda bulunmuştur.

M.S. 834-932 yıllarında yaşamış olan müslüman Türk bilginlerinden Ebu Bekir Razi, melankoliklerin tedavisi üzerine yazdığı bir eserinde şöyle diyor: “... melankolik hasta kesinlikle meşguliyetle tedavi edilmelidir. ... melankolik hasta balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır. Mümkünse çeşitli oyunlara alıştırılmalıdır; huyunu, ahlakını, davranışlarını beğendiği ve sevdiği kimse ile buluşup görüşmeli özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir.”

Büyük Türk Bilgini Farabi (870-950) makamların ruha etkisini şöyle sınıflandırır:

Rast makamı: İnsana sefa(neşe, huzur) verir.
Rehavi makamı: İnsana beka (sonsuzluk fikri) verir.
Küçek makamı: İnsana hassasiyet ( duyarlılık ) verir.
Büzürk makamı: İnsana havf ( çekinme, sakınma duygusu) verir.
İsfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti ve güven hissi verir.
Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
Uşşak makamı: İnsana gülme ’dilhek’ verir.
Zirgüle makamı: İnsana uyku ’nevm’ verir.
Saba makamı: İnasana şecaat (cesaret, kuvvet) verir.
Buselik makamı: İnsana kuvvet verir.
Hüseyni makamı: İnsana sulh ( sükunet, rahatlık) verir.
Hicaz makamı: İnsana tevazu (alçak gönüllülük ) verir.

Büyük islam bilgin ve filozoflarından İbn-i Sina ( 980-1037), musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır: “...tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek , onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir...”

İbn-i Sina, Farabi’nin eserlerinden çok yaralandığını ve hatta musikiyi de ondan öğrenerek Tıp mesleğinde uygulamaya koyduğunu söylemektedir. Arapça yazdığı Kitap’ün necat ve Kitab’ün Şifa’daki oniki fasıl tamamen musikiye ayrılmış olduğundan, bu kısım Baron Rodolph Dearlangar tarafından Fransızca olarak ’La musique Arap’ adıyla yayınlanmıştır.

Eski Türk hekimlerinden Şuuri’nin ’Tadil-i Emzice’ adlı eserinde müzik ile tedavi hakkında geniş bilgi vardır. Şuuri, ’Tadil-i Emzice’de belirli makamların günün belirli zamanlarında etkili olduğunu belirtmektedir. Ona göre:

Rast ve Rehavi makamları: Seher zamanları etkilidir.
Hüseyni makamı: Sabahleyin etkilidir.
Irak makamı: Kuşlukta etkilidir.
Nihavend makamı: Öğleyin etkilidir.
Hicaz makamı: İki ezan arası etkilidir.
Buselik makamı: İkindi zamanı etkilidir.
Uşşak makamı: Gün batarken etkilidir.
Zengüle makamı: Gurubdan sonra etkilidir.
Muhalif makamları: Yatsıdan sonra etkilidir.
Rast makamı: Gece yarısı etkilidir.
Zirefkend makamı: Gece yarısından sonra etkilidir.

Şuuri’ye göre musikinin meclis adamlarına olan etkileri de birbirlerinden farklıdır.

Ulema ( Alimler ) Meclisine: Rast ve Tevabii makamları
Ümera ( Emirler ) Meclisine: Isfahan ve Tevabii makamları
Dervişler Meclisine: Hicaz ve Tevabii makamları
Sufiler Meclisine: Rehavi ve Tevabii makamları etkilidir.
Günümüzden 900 sene önce Selçuklu Sultanı Nureddin Zengi tarafından Şam’da yaptırılan Nureddin Hastanesi’nde musiki makamları tedavi amacıyla kullanılmıştır. Sonraki dönemlerde 700 senedenberi Amasya, Sivas, Kayseri, Manisa, Bursa, İstanbul (Fatih Külliyesi) ve Edirne şifahanelerinde 100 sene önceye kadar musiki ile tedavi uygulanmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde şöyle yazılıdır: “””Merhum ve mağfur Bayezid Veli ... Vakıfnamesinde hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def’i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis etmiştir ki, üçü hanende biri neyzen, biri kemani, biri musikari, biri santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı verirler...”

Anlaşıldığına göre, Horasan kaynaklı Türk Sanat musikisi ve Horasan-Anadolu musiki makamlarımızın olgunluğu ile gelişen pasif-receptiv müzik terapi geleneği icrası sırasında hastalar rahat bir şekilde oturarak veya uzanarak dinlenme halinde idiler. Bu tedavi şeklinde amaç, hastaların emosyonel (duygu) durumlarını değiştirerek onları rahatlatmak ve kendine güvenlerini kazanmalarına yardımcı olmak idi.

Günümüzde tarafımızdan uygulanan teknikte bu esaslara sadık kalınmıştır. Hasta istirahat pozisyonunu alır, bir seans süresince geniş ve rahatlatıcı bir ritim ve su sesi eşliğinde, Ney, Rebab, Çeng, Ud, Dombra ve Rübab ile emprovize (ritimli taksim) yapılır ve uygun makamlar üzerinde çalışılır. Bu şekilde bir icra sırasında, otizm’den ve psikolojik çocuk hastalıklarından Geriatri’ye kadar çeşitli psikolojik ve fizik hastalıklarda olumlu değişmeler ve iyileşmeler gözlenmektedir. Bu konuda Dr. L. Gutjahr ve Prof. V. Mechleid tarafından EEG ölçümleri yapılmış ve en az 1000 yıllık bu gelenek bugünün labarotuvarında doğrulanmıştır. 400’den fazla olduğu bilinen bu makamlardan önemli olan 15 tanesi üzerinde uygulamalardan sonra tedavide kullanılacak kaset ve CD’ler tarafımızdan vücuda getirilmiştir.

Viyana’da Meidling Rehabilitasyon Merkezi’nde komada bulunan hastalara Türk musikisi makamları dinletilerek terapi uygulamaları yapılmakta olup, beyinde alfa ve teta dalgalarının değiştiği tespit edilmiştir ve bir çok hastanın müzik terapi seansları ile komadan çıktıkları gözlenmiştir.

Popüler Yayınlar

Related Posts with Thumbnails
Pasta Tarifleri

Uyarı

Bu site yayınlanan sağlık ile ilgili bilgiler , ziyaretçilerini bilgilendirmek amacıyla yayınlanmaktadır. Burada yayınlanan yazıların tamamı bilgilendirme amaçlı olup, hiçbir şekilde hekim muayenesi ve konsültasyonunun yerine konulmamalı, hastalık ve diğer sorunlara yönelik teşhis ve tedavi amaçlı olarak kullanılmamalıdır. Sağlığınızla ilgili acil durumlarda, bekleme süresi sağlığınızı olumsuz yönde etkileyebileceği için, zaman geçirmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmanızı öneririz.
Genel Kişisel Web